MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/XLII

“Sûbhânallah! Gündüz geldiği vakit, gece nerededir?” Hadîs-i Şerîf

423. Tanrı’ya kul olan, hakikatte Tanrı gölgesidir. O bu âlemden ölmüş, Tanrı ile dirilmiştir.

424. Fırsatı kaçırmadan ve şüphe etmeden onun eteğine sarıl ki âhir zamanın sonundaki fitnelerden kurtulasın.

425. “Tanrı gölgeyi nasıl uzattı” âyeti, evliyânın nakşıdır. Çünkü velî, Tanrı güneşin nurunun delilidir.

426. Bu yolda bu delil olmaksızın yürüme, Halîl gibi “Ben batanları sevmem” de!

427. Yürü, gölgeden bir güneş bul. Şâh Şems-i Tebrizî’nin eteğine yapış!

428. Bu düğün ve gelinin bulunduğu yerin yolunu bilmezsen Hakk ziyâsı Hüsâmeddin’den sor!

429. Hased, yolda gırtlağına sarılırsa… bil ki İblisin tuğyânı hasettedir.

430. Çünkü o, haset yüzünden Âdem’den arlanır… Kutlulukla, haset yüzünden savaşır.

431. Yolda bundan daha güç geçit yoktur. Ne kutludur o kişi ki yoldaşı, haset değildir.

432. Bu beden, hased evi olagelmiştir. Soy sop hasetten bulaşık bir hâle düşer.

433. Ten hased evidir ama Tanrı, o teni tertemiz etmiş, arıtmıştır.

434. “Evimi temizleyin” âyeti temizliği bildirir. Bedenin tılsımı toprağa mensupsa da hakikatte nur definesidir.

435. Sen, teni olmayana hile ve hased edersen o hasetten gönül kararır.

436. Tanrı erlerinin ayakları altına toprak ol. Bizim gibi sen de hasedin başına toprak saç!

425. beyitte Mevlâna, “Rabbinin işini görmedin mi? Nasıl da gölgeyi uzattı, dileseydi onu sâkin eder, uzatıp kısaltmazdı elbette. Sonra güneşi delil ettik gölgeye; sonra da onu yavaş yavaş, gizlice kendimize çekip aldık” meâlindeki Furkân sûresinin 45 ve 46. âyetlerine işâret etmektedir.

Abdülbâki Gölpınarlı, “Bu beyitte, 45. âyetin başlangıcı olan ‘keyfe medde’z-zıll’ lâfzen iktibas olunmaktadır. Gölge, izâfî ve nisbî varlıkla var olan kâinat, güneş gerçek varlık olarak yorumlanmıştır” diye belirtir.

Ve yine, 426. beyitte işâret edilen, “Ben batanları sevmem” âyetine istinâden şöyle bir açıklama yapar: “Kur’an-ı Kerim’de, İbrâhim Peygamber’in Zühre yıldızını görüp ‘Rabbim ben batanları sevmem’ buyurduğu, ay doğunca, ona Rabbim budur, dediği; o da batınca, Rabbim bana doğru yolu göstermezse şüphe yok, yolu azıtanlardan olurum, diyerek Tanrı’ya sığındığı; derken güneş doğunca, bu daha büyük, Rabbim bu, dediği; o da batınca ‘Yüzümü gökleri ve yeryüzünü yaratana döndürdüm, özü temiz olarak ancak ona yöneldim, şirk koşanlardan değilim ben’ deyip Allah’a teveccüh ettiği anlatılmaktadır. İbrâhim Peygamber’in bu sonuca istidlâl yoluyla ulaştığını kabul edenler olduğu gibi yıldızlara, aya, güneşe tapan kavmini ilzâm için bu yolu tuttuğunu söyleyenler de vardır ki, bizce bu daha kuvvetlidir.”

Hasan Dede, “Sıfatlara bakarsak, zât’ı bilemeyiz. Zât’ı bilen ise sıfatları zât’tan ayırmaz; o sıfatların zât’tan geldiğini bilir” diye buyurur ve Hazreti Muhammed Efendimizin bu kâinatın yaratılışına sebep olan nur olduğunu belirterek, “O, iki cihanın güneşidir” der.

Hazreti Ali’nin, “Ben ay’ım, kılavuzum ise güneş” diye buyururken, güneş olarak Hazreti Muhammed’i kastettiği gibi, Hazreti Mevlâna’nın da güneşi Şems-i Tebrizî idi, ki bunu 427. beyitte, ‘Yürü, gölgeden bir güneş bul. Şâh Şems-i Tebrizî’nin eteğine yapış!’ diyerek açıklamaktadır.

Güneş her zaman tektir. Hazreti Mevlâna’nın, efendisi Şems’de gördüğü de ve Hazreti Ali’nin kendisine kılavuz edindiği de; aslında aynı nur, aynı güneştir; Hazreti Muhammed’dir.

Nitekim Hasan Dede der: “Nokta, elif oldu. Elif, gökte güneş oldu. Elif, ay oldu, yıldızlar oldu. Elif, dünya oldu, kâinat oldu. Elif, Allah oldu, Muhammed oldu, hep elif yazıldı.”

Abdülbâki Gölpınarlı da, 427 ve 428. beyitlerle ilgili şu açıklamayı yapar ve der ki: “Tebrizli Şemseddin Muhammed, Konya’ya mürşid aramak için gelmiş ve Mevlâna’yı bulmuştu. Mevlâna, Şems’in şehâdetinden sonra, kendisine uyanların kuyumcu Selâhaddin’i muktedâ tanımalarını söylemişti. Selâhaddin de 1258’de vefât edince Çelebi Hüsâmeddin’in halîfe olduğunu bildirmiş, kendileri ebedîyete göçtükten sonra başta oğulları Sultan Veled olduğu hâlde bütün Mevlâna yolunu tutanlar Hüsâmeddin’e uymuşlardı.

Çelebi Hüsâmeddin, 1284 yılında vefât etmiş ve Mevlâna’nın kabrinin ön tarafına defnedilmiştir. Gerek Selâhaddin, gerek Hüsâmeddin, hattâ Sultan Veled, hem Mevlâna’dan, hem de Tebrizli Şemseddin Muhammed’den feyz almışlardır. Mevlâna, Mesnevi’yi, Çelebi Hüsâmeddin’in isteğiyle yazdığı için her cildin dibâcesinde ve münâsebet düştükçe metinde onu anar.”

“Bu yolda kalp temizliği, kalbin cilâlanması, hem uzun sürer hem de emek ister” der Hasan Dede, ve bu yolda yolcunun, Hazreti Muhammed’in bendesi bir mürşid-i kâmili kılavuz edinmesi ve orayla aklını büyütmesi gerektiğini söyler. Çünkü en büyük akıl sahibi Hazreti Muhammed’dir.

Hazreti Muhammed Efendimiz, bir hadîsinde buyuruyor ki: “Ateş nasıl odunu yakar bitirir, kül ederse, hased de iyilikleri, kullukları mahveder.”

İşte bende-i Muhammed bir mürşid-i kâmil, yolcusunu kötü huylarından arındırır ve onu iyi bir insan haline getirir. Diğer bir deyişle değersiz bir madeni alıp, meselâ bakır gibi, kimyâsını değiştirerek, altın hâline getirir.

Nitekim, 434. beyitte işâret edilen “Evimi temizleyin” âyetinin mânâsı, Allah’ın evi olan kalbin temizlenmesi, bütün kirlerden arınmasıdır.

Hasan Dede şöyle buyurur: “Allah, gönüle bakar. Gönlünü Allah’tan başka her şeyden temizlemiş olan insanın bakışı da, görüşü de Allah nuruyladır. Ne mutlu o kişiye ki bir Hakk dostuna dost olur da; burnuna o gülden bir kokudur erişir… Bizler burada sizlerin hep gözlerinizi açmaya çalışıyoruz. Gözlerinizi açın ki daha iyi görün, kulaklarınızı açın ki daha güzel işitin. Çünkü biz Güneş’in evlatlarıyız ve hepinizin birer Güneş olmanızı isteriz.”

Şiir:

“Biz yokluk şerbetini içmiş, 

Güneşin çocuklarıyız, 

Kendimizden geçmişiz, yok olmuşuz, 

Fakat akılların sahibi ve varlığın kaynağıyız. 

Biz güneşten ayrı değiliz, 

Yalnız bir örtüyle gezeriz. 

Bize gerçek imanla teslim olan herkese, 

Gün gelir bu örtüyü çekeriz. 

Biz sevginin türlü görünümlerinde, 

Güneşin şuâları gibi yansıyan, 

Tüm gamları kederleri mutluluk yapan, 

Âb-ı hayat kaynağının sahibiyiz. 

Âb-ı hayatın kendisiyiz ey güzel dost, 

Gözlerime derinden bir bak da gör,

Sana senden yakın olan tek kişiyim ben. 

Aşka koş, aşka sarıl, aşka düş…”