MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/XI

“Aşksız ve sevgisiz geçen ömrü, ömürden sayma.” Mevlâna

27. Zamanımı beraber geçirdiğim arkadaşımın dudağına eş olsaydım, ney gibi ben de söylenecek sözler söylerdim.

28. Dildeşinden ayrı düşen, yüz türlü nağmesi olsa bile dilsizdir.

29. Gül solup mevsim geçince artık bülbülden maceralar işitemezsin.

30. Her şey maşuktur, aşık bir perdedir. Yaşayan maşuktur, aşık ölüdür.

31. Kimin aşka meyli yoksa o kanatsız bir kuş gibidir, vah ona!

32. Sevgilimin nuru önde, artta olmadıkça ben nasıl önü, sonu idrâk edebilirim.

33. Aşk, bu sözün dışarı çıkıp yazılmasını ister; ayna gammaz olmaz da ne olur?

34. Aynan, bilir misin, neden gammaz değil? Yüzünden tozu, pası silinmemiş de ondan!

‘Zamanımı beraber geçirdiğim arkadaşımın dudağına eş olsaydım, ney gibi ben de söylenecek sözler sözlerdim’ beyitinin mânâsını Hasan-ı Zarîfî şöyle yorumluyor, “Bu beyitin mânâsı tâlib olanla ilgilidir. Çünkü Mevlâna bu beyiti tâlibin dilinden söylemektedir. Tâlibin hakikati hâl diliyle şöyle konuşur: Eğer biz de kendi sırdaşlarıyla buluşan velîler gibi olursak onların güzel kelâmlarını ve bilgilerini izhâr edebiliriz. Bu beyitin hakikati, tâliplerin Mevlâna tarafından eğitilmeleri, isteklendirilmeleri ve teşvik edilmeleridir. Mevlâna, bu beyitiyle şöyle demektedir: ‘Ey tâlipler! Mürşid-i Kâmil’in hizmetine çalışınız, onların sohbetinden geri kalmayınız çünkü onların sohbeti sizin için muazzam bir iksir olur, sizi mükemmeleştirir.”

Nitekim, Hasan Dedemiz, “Bizler içimizdeki Kitap’tan konuşuyoruz; yani O ne buyurursa sizlere öyle hitâb ediyoruz. Genelde sohbetler akıla hitâb eder, fakat bizim sohbetlerimiz hem akıla hem de gönüle hitâb eder. Peygamberler, evliyâlar menfaatsiz dostturlar. Onlar bu dünyaya insanları irşâd etmek, gel benim gibi ol, demek için geldiler. Sevdiler, hep sevgiden söz ettiler, hiç usanmadan cemaatlerinin yanlarında bulundular. Onların sözleri ferahlık verip, huzura kavuşturdu. En sonunda gözler açıldı, gönüller büyüdü, ruh ferahlığa kavuştu ve oraya imanla baktılar. Onların gövdeleri kalktıktan sonra kim oraya tam vekâlet ettiyse aynını söyler” diye buyurur.

Hazreti Mevlâna’ya sormuşlar: “Hazreti Muhammed cihanın gülü idi. Bu güzel gül soldu, gitti. Şimdi biz o kokuyu nereden alacağız?” 

Hazreti Pir hiç tereddüt etmeden, “Gülün kokusunu gülsuyundan alacaksınız. O gülsuyu bizleriz. O kokuyu Evliyâullah’tan alacaksınız. Hazreti Muhammed’den ne öğrenmek istiyorsanız bize sorarsınız” diye cevaplamış.

Hazreti Mevlâna, büyük bir aşıktı, her zerresi aşktan sarhoştu; gönül sakası, efendisi Şems’de tamamiyle yok olmuştu. Ondan görünen Şems’di. 

Hazreti Mevlâna bir kasîdesinde şöyle buyurur: “Demir gönlüm yandı aşkla, alındı masivâdan; tertemiz bir ayna oldu, onun güzel hayalini düşürdü içime. Cevirler vefâ oldu, duruldu bozbulanık sıfatlar. Beşerlik fenâ buldu, Hüdâ sıfatı geldi. Getirin çömlekleri, doldurun tulumları; âb-ı hayat geldi, ilahî saka geldi… Şems geldi.”

Bir sohbet esnasında, Mevlâna, efendisi Şems’i methederken, dinleyenlerden bir zât ağlayarak, “Ah keşke Şems’i tanımış olsaydım, onu görmüş olsaydım” dediğinde, Hazreti Mevlâna cezbeli bir şekilde, “Yazıklar olsun! Benim yüzümdeki sakalın her kılı bir Şems’tir. Sen, Şems’i benim dışımda mı arıyorsun?” diye seslenmiştir.

“Aşık yoktur bu alemde, her zaman varolan maşuktur” der Hasan Dedemiz, “Aşık, maşukta ölmüştür. Eğer ki bizler hem aşık hem maşuk var dersek, ikilik yaratmış oluruz. Bu nedenle, aşık olan kişinin ismi aşıktır ama sureti maşuktur.”

Hasan-ı Zarîfî, “Aşıklar kendi irâdeleriyle ölümü seçenlerdir, maşukun aşkıyla canlıdırlar. Kendi benliklerinden kurtulurlar, maşukun benliği, onların benlikleri hâline gelir” der ve yine şöyle devam eder: “Aşkın, aşıkların kanadı olduğunu bilmek gerekir. Sâlikin, aşkın tâlibi olması ve ilahî aşkın derdiyle sıkıntı çekmesi gerekir, çünkü Allah yolunda aşksız gidilemez. Aşk, sâliklerin ve tâliplerin kanadıdır. Bir kimsede aşk üzüntüsü olmayınca kanatsız kuş gibidir.”

Nitekim, Hazreti Mevlâna da, “Piri seçip ona teslim oldun mu, nâzik ve tahammülsüz olma; balçık gibi gevşek ve sölpük bir halde bulunma. Her zahmete, her meşakkate kızar, kinlenirsen cilâlanmadan nasıl ayna olacaksın?” der.

Ne güzel söylemiş Pirimiz Mevlâna… 

Hazreti Ali Efendimiz de, “Nefsini bilen, Rabbini bilir” buyurmuştur. Şöyle bir deyiş de vardır: “Aynayı tuttum yüzüme, Ali göründü gözüme.”

Hasan Dedemiz der ki: “Allah, sadece bizim kendisinde yok olmamızı bekliyor. İnsan olabilmek için bir İnsan-ı Kâmil’i kendine ayna etmek gerektir. Şimdi herkes ayna oldum diye dışarı çıkıp, aynada kendi yüzünü seyretmeye koyuldu. İnsan tahtada yüzünü seyredebilir mi? Sen önce gönül aynandan kendini sil ki, Allah, senin gönlünde kendisini seyretsin. Bir insan kendisini unutmadıkça aynada kendisini tanıyamaz. Halbuki aynada gördüğü kendisi midir ki? Yine O’dur…”

“Aşk, aşıkların aynasına bakmak ister” diyor Hasan-ı Zarîfî ve aşkın ve aşıklığın hikayesinin aynadan ortaya çıktığını ve aşk sözünün sesinin bu şekilde dünyada yayıldığını vurguluyor.

Nitekim, bir kudsî hadîste, “Bana bir karış yaklaşana, ben bir arşın yaklaşırım. Bana bir arşın yaklaşana da bir kulaç yaklaşırım. Bana yürüyerek gelene koşarak giderim” diye buyrulmaktadır.

“Her şeyimizi Allah için fedâ etmemiz lâzım. O zaman Allah bize sahip çıkmaz mı? Çıkar… O vakit, Allah bizi bizden satın alır” der Hasan Dedemiz, “Hakk’ı bilen, bilmek için canından vazgeçer. Ne kadar emek çeker, ne cefâlara katlanır. Eğer canından eser kalsaydı, onun o güzel cemâlini görebilir miydi?..”