MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/LXXIII

Aslanın yine çalışmayı tevekküle tercih etmesi.

929. Aslan dedi ki: “Evet ama kulların Tanrı’sı bizim ayağımızın önüne bir merdiven koydu.

930. Dama doğru basamak basamak çıkmalı, burada cebrî olmak ham tamahtır.

931. Ayağın var, nasıl olur da kendini topal edersin; elin var, niye pençeni saklarsın?

932. Efendi, kölenin eline beli verince söylemeden dileği malûm olur.

933. Bel gibi olan el de, Tanrı işâretlerindendir. Sonu düşünmek hassası da onun ibâreleridir.

934. Tanrı’nın işâretlerini canına nakşederek ve o işârete vefâkârlık ederek can verirsen,

935. Sana nice sır işâretleri bahşeyler; senden yükü kaldırır, seni iş güç sahibi eder.

936. Şimdi yük altındasın; Tanrı sana yükler bindirir… Şimdi onun emrini kabul edersen; sonra seni makbûl eder.

937. Şimdi onun emrini kabul edersen, sonra o emirleri söylersin. Şimdi vuslat ararsan, sonra vâsıl olursun.

938. Tanrı’nın nimetine şükretmeye çalışmak kudrettir. Senin cebrîliğin ise o nimeti inkârdır.

939. Onun verdiği kudrete şükretmek kudretini arttırır. Cebîrse nimeti elinden çıkarır.

940. Senin cebrîliğin yolda uyumaktır, uyuma; o kapıyı, o dergâhı görmedikçe uykuya dalma!

941. Ey dikkatsiz cebrî! Sakın o meyve dolu ağacın altından gayrı bir yerde uyuma.

942. Ki rüzgâr hep dalları silkip başına çerez ve azık döksün.

943. Cebrîyeye inanmakla yol kesen haydutlar arasında uyumak müsavîdir. Vakitsiz öten kuş nasıl olur da kurtulur?

944. Onun işâretlerine burun kıvırıyorsan kendini erkek mi sanıyorsun? Dikkat edersen anlarsın ki kadınsın!

945. Sendeki bu kadarcık akıl da zayî olur, aklı uçan başsa buyruk kesilir!

946. Zîrâ şükretmemek uğursuz ve ayıp bir şeydir; o hâl, şükretmeyeni, tâ ateşin dibine çeker götürür.

947. Tevekkül ediyorsan çalışmak hususunda tevekkül et; önce kazan sonra Tanrı’ya dayan!”

Hazreti Mevlâna, “Yaratıcı, ele, ayağa bir dert verince, elin ayağın senin için bir yılan olur. Ey el! Bizden başkasının yardımını isteme! Ey ayak! En son gidilecek yerden başka yeri isteme!” diye buyurur.

Hasan Dede de şöyle bir misâl veriyor ve diyor ki: “Bir ustaya, ama gerçek bir ustaya, bir hamur verdiniz mi, o usta o hamurdan sayısız suretler meydana getirir. Yâni simit yapar, poğaça yapar, börek yapar… Hepsinin ana maddesi nedir? Hamur. Pekâlâ, aynı hamur usta olmayan birinin eline geçse, o ne yapar? O da sadece ekmek yapar, çünkü işlemesini bilmez. Bizler insanlık tohumunu ekiyoruz, ama müridin de o tohuma bakması, büyütmesi lazım. Eğer çalışılırsa, gün gelir o tohumdan yine bir suret doğar. Hayat nefesledir, hiçbir şeyi boşvermemek gerek. İnsana boşverme yoktur, daima çalışmak vardır.”

“Hakk senden razı olursa, yer, gök senin için âdî birer bende olur. Yılanı senin eline âsâ yapar, düşman için de âsâyı ejderha eder” der Sultan Veled, “Öyleyse Hûdâ’ya sarıl, aletten korkma, aleti kullanan Allah’tan kork. Hakk’tan başkasını görmek, Hakk’tan başkasından korkmak, şirk olur. Şirkin bir de mânevî kısmı vardır. Eğer iyi kulak verirsen onu da söyleyeyim. Dinin zâhiri şekli dil ile ikrârdır ki bu, halk arasında kolay bir şeydir. Sen kelime-i tevhîdi söyledin mi, herkes sana mümin der ve öyle bilir. Fakat mânevî muvahhit o kimsedir ki o, Hakk’tan başka şeye iltifat etmez.”

Akıl, aşk, mârifet insanı Hakk’a ulaştıran merdivenlerdir; fakat Hakk’ın nazargâhı olan gönül hepsinden üstündür.

Hasan Dede bir şiirinde şöyle seslenir bizlere…

“Bir vücud şehrine vardı yolumuz, 

Süzdü iliklerden getirdi bizi. 

Sevgi denizine dalıp yüzerken, 

Gönül kuyusuna indirdi bizi. 

Yaradan’ın ismi ‘Ah’ ile başlar, 

Sevgimize şahit dağlar, ağaçlar. 

Olgunlaşıp beyaz olunca saçlar, 

Muhabbet meyinden kandırdı bizi.

Âyetler döküldü dillerimizden, 

Arınmış nur akar hallerimizden, 

Almak bitti vermek yüreğimizden, 

Kulluk pazarında buldurdu bizi. 

Gerçeğin sözünün mânâsı ağır, 

Hakk’a varmak zordur, 

Bilmez ki kör ile sağır, 

Bir gönüle girmezsen, 

Çağır… Ah çağır… 

Ummanı deryaya daldırdı bizi. 

Aşık der, bulduk toplandık çiçekten, 

Yenilen bal olduk. 

Bu yolda ölmeden evvel öldük, 

Kudretin balına bandırdı bizi…

Kasîde:

“Ey aşıklar, boş durmayın, şu beden yükünü üstünüzden atmaya çalışın! Çünkü, beden ile can kalmayınca, gönlünüz şu ağır beden yükünden kurtulur da gökyüzüne uçar gider. 

Gönlünüzü, canınızı hikmet suyuyla yıkayın, gönül tozları gitsin de, gözleriniz hasretle şu kirli yeryüzüne takılıp kalmasın, göklere çevrilsin. 

Dünyada bulunan her şeyin canı aşk değil midir? Aşktan başka ne varsa hepsi de fânî, hepsi de ölür gider. Dünyada ebedî olarak kalan ancak aşktır!

Ey insanoğlu, senin yokluğun doğuya, ecelin de batıya benzer. Bu doğu ile batı, başka bir gökte bulunmaktadır. Çünkü senin şimdi gördüğün gökyüzü de fânîdir. O da gelip geçicidir. 

Göklerin yolu, senin içindedir. Aşk kanadını çırp da uçmaya bak! Aşk kanadı kuvvetlenince artık merdiven kaygısı, merdiven gamı kalmaz. 

Dünyayı dışından görme, çünkü senin gözünün içinde bir başka dünya var. Bundan senin haberin yok. Sen bu görünen dünyaya gözünü kapa da, gözünün içindeki dünyayı görmeye çalış! Şunu iyi bil ki, sen iki gözünü de kapayınca, bu gördüğün dünyadan hiçbir şey kalmayacaktır. 

Senin gönlün bir dam gibidir. Hislerin, duyguların, gönül damının oluklarına benzer. Oluklar kalmayınca, sen damdan su içmeye bak. 

Sen bu gazelin tamamını, geri kalanını gönlümden, gönül defterimden oku! Sen benim dilime bakma, çünkü zamanı gelince dil de kalmaz, dudak da kalmaz! 

İnsanın bedeni yaydır. Sözü, nefesi de beden yayının oklarıdır. Ok ile okluk gidince yay bir iş yapamaz.”