MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/LXIII

Yahudi padişahının ateş yaktırması, ateşin yanına, kim puta secde ederse ateşten kurtuldu diye bir put diktirmesi.

769. O köpek Yahudi, bak, ne tedbîrde bulundu? Ateşin yanına bir put dikti.

770. “Kim bu puta taparsa kurtulur. Secde etmeyen, ateşin tam ortasına oturur” dedi.

771. O, bu nefs putunun cezasını vermeyince nefs putundan, başka bir put doğdu.

772. Putların anası nefsinizin putudur. Çünkü o put yılan, bu put ejderhadır.

773. Nefs; demir ve taştan yapılan çakmaktır, put kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner.

774. Fakat taş ve demir, su ile söner mi? Âdemoğlunda, bu ikisi oldukça ne vakit ve nasıl emîn olur?

* Taş ve demir, ateşi içlerinde tutarlar, su onların ateşine işleyemez, tesîr edemez.

* Irmak suyunda haricî ateş söner. Fakat taş ve demirin içine su nasıl girer?

* Küpün ve testinin suyu fânîdir. Lâkin pınarın suyu daima taze ve bâkîdir.

* Ateş ve dumanın aslı demir ve taştır. Hıristiyan ve Yahudi küfrü, ikisinin aslı değildir.

775. Put, bir testide gizli kara sudur. Nefsi, muhakkak olarak o kara suya pınar bil.

776. O, yontulmuş put, kara sel gibidir. Put yapan nefs, anayolda bir pınardır.

777. Bir taş parçası yüz testiyi kırar ama pınar suyu durmadan kaynar.

778. Put kırmak kolay, gâyet kolaydır. Fakat nefsi kolay görmek cahilliktir!

779. Ey oğul, nefsin misâl ve suretini istersen yedi kapılı cehennemin kıssasını oku!

780. Nefsin her ânda bir hilesi var, her hilesinde yüzlerce Firavun, Firavuna uyanlarla boğulmuş!

781. Musa’nın Tanrısına ve Musa’ya kaç; Firavunluk ederek iman suyunu dökme!

782. Ahad ve Ahmed’e yapış, ey kardeş, ten Ebucehil’inden kurtul!

Kur’an-ı Kerim’de, Hicr sûresinin 39-47. âyetlerinde şöyle buyrulmaktadır:

“İblis: ‘Rabbim! Beni azdırmandan dolayı, ben de yeryüzündeki her şeyi câzib göstererek, kesinlikle onların hepsini azdıracağım. Ancak onlardan muhlis kulların hariç.’ Allah: ‘Bu, Bana varan dosdoğru yoldur’ dedi, ‘Sana uyan azgınlar hariç, kullarım üzerinde hiçbir yaptırım gücün yoktur. Onların tamamının buluşma yeri cehennemdir. Onun yedi kapısı vardır. Her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır. Takvâ sahipleri, cennetlerde ve pınarların başlarındadırlar. Onlara: Güven ve esenlik içinde oraya girin! denecek. Ve onların göğüslerindeki kötü duyguların tamamını yok ettik. Onlar, kardeşler olarak, tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar’..”

Hasan Dede, “İblis’in ilk ismi Azâzil Efendi idi. Bunun mânâsı nedir? Vücudumuzdaki bütün âzâların efendisi… Akıl da, insana verilmiş olan en üstün ve en büyük nimettir. Bizler, akıl ile bir sürü bilgiye sahip oluyoruz. Yaratıcı, aklı yarattığı zaman, akıla dedi ki: ‘Âdem’e secde et! Ben ondan yüz tutuyorum.’ İşte İblis, ne dedi? ‘O topraktan yaratıldı, ben ise ateşten yaratıldım. Ona baş kesmem, secde etmem!’ Ve Allah’a karşı geldi. Cenab-ı Hakk, bunun üzerine onun ismini değiştirdi, Azâzil iken, İblis ismini aldı. Bir kişi de eğer çok bilgiye sahip olur ama kimliğinden habersiz, nefsinde yaşarsa, onun İblis’ten hiçbir farkı yoktur” diye buyurur.

Yine Kur’an-ı Kerim’de, “Ve andolsun ki üstünüzde yedi yol yarattık ve bu yaratıştan gâfil değiliz biz” (Müminûn, 17) diye buyrulur.

Hazreti Ali Efendimiz, “Ben Kalem, Levh-i Mahfûz, Arş, Kürsî ve yedi gök tabakasıyım” der ve şöyle seslenir: “Ey insanoğlu, sen kendini küçük bir şey mi sanıyorsun? Binlerce âlem sende dürülüdür. Senin istediğin ilaç yine sendedir. Fakat bunu anlayamıyorsun. İlacını aradığın dert de sende meydana gelmiştir, başkalarından gelmemiştir. Fakat buna dikkat etmiyorsun. Sen ey insan, açıklayıcı bir kitap gibisin. Harfler içindeki gizlilikleri açığa vuran ve beyân eden vasıtalardır. Olgun insan, semâvî kitapların tümü kabul edilmiştir. Kalbim, insanı hayretler içinde bırakan çeşitli hikmetleri söyler.”

İnsanda bulunan iki göz, iki kulak, iki burun deliği ve ağız, dünyaya açılan yedi penceredir, fakat beş okunurlar; şöyle ki… Hasan Dede’nin “Hakikatte insanın cemâlinde Ehlibeyt vardır” diye buyurduğu üzere, “Kulaklar, Hazreti Muhammed Efendimizi temsîl eder; gözler, İmam Hasan ve İmam Hüseyin Efendilerimizi; burun, İmam Ali Efendimizi; ağız ise Hazreti Fatma Annemizi temsîl eder.”

Ne güzel buyuruyor Yüce Yaratıcı, Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden…

“Gerçekten de biz, insanı, en güzel bir surete sahip olarak yarattık.” (Tîn, 4)

Ve beş duyguyla ilgili olarak da şöyle der Hasan Dede: “İnsan yaratılırken birinci duygu göze verildi. Sen görmeye başladın, güzel bir şeyler görüyorsun, duygulanıyorsun. İkinci duygu kulağa verildi. Güzel şeyler işitiyorsun, duyguya kapılıyorsun. Üçüncü duygu buruna verildi. Güzel kokular alıyorsun, güzel duygulara kapılıyorsun. Dördüncü duygu ele verildi. El güzel şeylere uzanıyor, güzel duygulara kapılıyor. Beşinci duygu ağıza verildi. Bu güzellikleri ruh topladıktan sonra ağızda ruhanî duyguları dile getiriyor ve hep ‘Bir’den konuşuyor. Şimdi bakalım herkes bu gibi duygularda mıdır? Yok. Göz her yere bakıyor. Kulak herkese uzanmış gidiyor. El her şeyi elliyor. Burun her şeyi kokluyor. Ağız da karmakarışık konuşuyor. Neden? Çünkü duyguları ile yaşamıyorlar. İnsan, hakikatte çok mukaddes bir varlıktır. Fakat mâlesef insanların çoğu kayıplardadır. Neden? Çünkü kimliksiz yaşamaktadırlar. Yâni kendilerinde var olan o güzel Yaratıcı’nın varlığından habersiz yaşamaktadır.”

Hazreti Mevlâna, “Putların anası nefsinizin putudur” diye buyuruyor.

Hasan Dede, insanın kendinden, yâni nefsinden kurtulduğunda, putun da kalmayacağını belirterek, “Allah’tan başka sevdiğimiz her şey put, tek ‘Mâbud’ ancak Allah’tır” diye ekliyor ve, “Aslında her resim kendinin; ama hiç resmi yok. Her isim kendinin; ama hiç ismi yok. Onu görmek için gözü, işte bu diri olan Muhammed’den almalı. Bizim gözümüz onu göremez, onun gözü ise Allah’ın gözüdür. Hâl zâten aşikârdır, daha fazla aşikâr etmeye gerek yok. Biz kulağımız açılınca, gözümüz görünce, o hâli anlıyor, görüyoruz. O daima açık da, biz görmüyoruz. Hayret içinde hayret… İnsan, hakikati tüm çıplaklığıyla gözler önüne sermek için bir çaresini bulamıyor ki…” diyor.

Ne güzel söyler Hazreti Mevlâna bir kasîdesinde…

“O, öyle bir padişahtır ki, topraktan padişahlar yaratır. Bir iki dilencinin hatırı için kendini dilenci yapar. 

Ölünün yanından geçer, ona can verir. Derde bakınca, derdi devâ hâline getirir. 

Rüzgârı üşütür, dondurur. Sonra onu su hâline getirir. Suyu kaynatır, hava yapar.

Dünyaya hor bakma, çünkü fânîdir. Sonunda o bu fânî dünyayı da bekâ, hâline getirir. 

Gönülde binlerce kilit olsa bile korkma! Sen aşk dükkanını araştır, bul! Orada gönüller anahtarı vardır! 

Biri var ki, kalemsiz, fırçasız bu dünya puthânesinde bizim seyretmemiz için binlerce güzel resimler, tablolar yapıyor. 

Bizim için binlerce Leylâ resmi yaptı ve binlerce Mecnûn resmi yaptı. Allah’ın kendisi için yaptığı bu resim ne güzel bir resimdir! 

Gönlün demir gibi sert bile olsa ağlama; kereminin cilâsı onu parıl parıl parlayan bir ayna haline koyar. 

Dostlardan ayrılıp mezara, toprak altına gittiğin zaman yılanlardan, karıncalardan sana güzel yüzlü dostlar yapar. 

Bak şu anda sen, yaşıyorum sanıyorsun. Aslında, sen beden kabrinin içindesin, o sana bu beden kabrinin içinde, zaman zaman ne gönüller kapan hayaller yaratıyor. Ne güzel tablolar yaratıyor, ne hoş resimler çiziyor.

O, bunları nerede yapıyor, yaratıyor? Kimsecikler laf etmesin, diye o iş yurdunu gizlemiş. O büyük Yaratıcıyı, o eşsiz sanat sahibini bulmak için göğsünü yarsan bile, içeride hiçbir kimseyi bulamazsın. 

Küçük iki yağ parçası içinden akıp gelen, şu iki nur ırmağına, gözlerine bak da onun âsâyı ejderha hâline getirmesine şaşma! 

Şu iki kulağına bak, sözleri içeri çeken kehribâr nerede? Ne şaşılacak bir Yaratıcı ki, iki deliği sözleri çekip alan bir kehribâr hâline getirmede! 

İlâhî binaya, beden sarayına canı çağırır, onu saray sahibi eder. Sonra o saray da oturanı çekip alınca, o saraydan yine bir başka saray meydana getirir.

Saray sahibinin bedeni kabre, yer altına alınmıştır. Ama, gönlünü de Allah’a yurt olarak vermiştir.”