Emîrlerin velîahtlık için savaşları ve birbirlerine kılıç çekmeleri.
696. O emîrlerin birisi öne düşüp o vefâlı kavmin yanına gitti.
697. Dedi ki: “İşte o zâtın vekîli; zamânede İsa halîfesi benim.
698. İşte bu tomar, ondan sonra vekilliğin bana ait olduğuna dâir burhânımdır.”
699. Öbür emîr de pusudan çıkageldi. Hilâfet hususunda onun davası da bunun davası gibiydi.
700. O da koltuğundan bir tomar çıkardı, gösterdi. Her ikisinin de Yahudi kızgınlığı başladı.
701. Diğer emîrler de bir bir katar olup davaya kalkışıp keskin kılıçlar çektiler.
702. Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler.
703. Yüzbinlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu.
704. Sağdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, dağlarcasına toz kalktı.
705. O vezirin ektiği fitne tohumları, onların başlarına âfet kesilmişti.
706. Cevizler kırıldı; içi sağlam olan, kırıldıktan sonra temiz ve lâtif ruha mâlik oldu.
707. Ancak ten nakşına ait olan öldürmek ve ölmek, nar ve elmayı kırmak, kesmek gibidir.
708. Tatlı olan nardenk şerbeti olur, çürümüş olanın ise bir sesten başka bir şeyi kalmaz.
709. Esâsen mânâsı olan meydana çıkar; çürümüş olan rüsvâ olur gider.
710. Ey surete tapan! Yürü, mânâyı elde etmeye çalış! Çünkü mânâ suret tenine kanattır.
711. Mânâ ehliyle düş, kalk ki hem atâ ve ihsân elde edesin, hem de fetâ olasın.
Hazreti Mevlâna bir kasîdesinde şöyle sesleniyor…
“Hoten güzeli aramıza geldi; artık, candan da, bedenden de vazgeç!
O aşkın eline bir kılıç verdi de, dedi ki: ‘Benden başka kimi görürsen, onun boynunu vur!
Güzel olsun, çirkin olsun, kadın olsun, erkek olsun; Nuh’dan başkasını denize at gitsin!
Nuh’un gönlünde yer alanları bırak; nefsanî arzularının esîri olanları, Nuh’un gönlüne girmeyenleri denize at!’..”
Hazreti Mevlâna’nın sözleri, ‘münâfıklara Hakk’ın Zülfikâr’ıdır. Büyük ve hayırlı kişilerin ruhlarına iksirdir. Hakk yolunda sefere çıkanlara bir yolculuk armağanıdır.’
Hazreti Muhammed Efendimiz, “Lâ fetâ illâ Ali, lâ seyfe illâ Zülfikâr” diye buyurur bir hadîsinde… Ali’den daha yiğit er, Zülfikâr’dan daha keskin kılıç yoktur…
Hazreti Mevlâna da şöyle bir açıklamada bulunur: “Hazreti Ali’nin Zülfikâr’ı ne kadar keskinse, ilmi ondan daha keskindir.”
İşte Hazreti Ali Efendimiz buyuruyor ki: “İnsan kendi aklının kını gibidir, kılıcı olmayan bir kından ne hayır vardır?”
“Hidâyetin mânâsı nedir?” der Hasan Dede ve şöyle devam eder: “Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek, delâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmaktır. İşte Ali, hidâyet kapısıdır, o kapıdan geçen dosdoğru olur, Hazreti Muhammed’in ilmine vâkıf olur.”
Nitekim, Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ben nasîhat vericiyim. Ali, Hâdî’dir. O, benden sonra hidâyet yolunu arayanları hidâyete eriştirir.”
Yüce Pîrimiz Mevlâna, “Yaya ancak doğru ok koyarlar. Bu yayın ters ve eğri okları da vardır. Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul!..” der ve yine şu beyitleri dile getirir: “Tanrı tarafından vahîy ve cevaba nâil olan kişi her ne buyurursa o buyruk, doğrunun ta kendisidir. Can bağışlayan kişi öldürse de câizdir. O, naîbdir, eli Tanrı elidir. İsmail gibi onun önüne baş koy. Kılıcının önünde sevinerek, gülerek can ver. Ki Ahmed’in pak canı, Ahad’la nasıl ebedîyse senin canın da ebede kadar sevinçli ve gülümser bir hâlde kalsın.”
Bakın, ne güzel sesleniyor bizlere İmam Ali Efendimiz…
“Nereye gidiyorsunuz? Ne vakit döneceksiniz? Hidâyet alâmetleri dikilmiştir. Deliller apaçıktır; nişâneler ortadadır. Ne diye başı dönmüş bir hâlde çöllere dalarsınız; neden ve niçin dolaşıp durursunuz? Peygamber’inizin nesli aranızdadır. Onlar, sizi gerçeğe çeken iplerdir. Din bayraklarıdır, gerçeklik dilleridir onlar. Onları, Kur’an’ın en güzel konaklarına indirin, Kur’an’da anıldığı, emredildiği veçhile onlara uyun; susamış develer gibi onların yanlarına, onların kaynaklarına koşun. Ey insanlar, bu sözleri, bu inancı, Peygamberlerin sonuncusundan alın; bilin ki bizden olup da ölen, ölü değildir, diridir; ölmez. Bizden olup da ölen, çürüyüp gitmez.”