Tâcir hikâyesine dönüş.
Tâcir, ateşler, dertler, feryâtlar içinde, böyle yüzlerce karmakarışık sözler söylüyordu.
1810. Gâh birbirini tutmaz sözler söylüyor, gâh naz ediyor, gâh niyâz eyliyor, gâh hakîkat aşkını, gâh mecâz sevdasını ifade ediyordu.
Suya batan adam fazla debelenir, eline geçen ota tutunur.
O tehlike zamanında elini kim tutacak diye can korkusundan şuraya, buraya elini sallar durur, yüzmeye çalışıp çabalar.
Sevgili, bu divâneliği, bu perişanlığı sever. Beyhûde yere çalışıp çabalamak, uyumaktan iyidir.
Padişah olan; işsiz, güçsüz değildir. Hasta olmayanın feryâd ve figân etmesi, şaşılacak şeydir!
1815. Tanrı, ey oğul, onun için “Külle yevmin hüve fi şe’n” buyurdu.
Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir ân bile boş durma!
Olabilir ki son nefeste bir dem inâyete erişirsin. O inâyet, seni sırdaş eder.
Padişahın kulağı, gözü pencerededir; erkeğin canı olsun, kadının canı olsun… bir can neye çalışırsa, onu duyar, görür!
Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, “Allah tembelleri sevmez” diye buyurur.
“Hazreti Muhammed Efendimizin bir ismi de, Muhammed Cabbar’dır, yâni Muhammed çalışkandır” der Hasan Dede, selâm üzerine olsun, ve şu menkîbeyi anlatır:
“Hazreti Muhammed Efendimizin devrinde, Hasan-ı Basrî çok çalışkan. Çalışıyor ve kazandıklarıyla hem kendisini geçindiriyor, hem kardeşini hem de onun ailesini geçindiriyor. Üstü başı düzgün, temiz. Kardeşi ise çalışmıyor, beş vakit namazında, devamlı ibâdette.
Hasan-ı Basrî’yi bir düşünce alıyor. Ben çalışıyorum bu kadar diyor, hayatım hep dünyalık peşinde koşmakla geçiyor, bu gidişle ahireti kaybedeceğim. En iyisi bırakayım işi gücü, çalışmayı, kardeşimin havasına gireyim, beş vakit namazımı kılayım, kalan ömürümü ibâdetle geçireyim.
Başlıyor bütün gününü ibâdetle geçirmeye. İyi ama, şimdi çalışmadığı için rızkı azalıyor, kardeşini de aç bırakıyor. Çalışmıyor ya, gönderemiyor dünyalık oraya. Sonra geliyor meclise, üstü başı tozlu, eski.
Bu durum Hazreti Peygamberin dikkatini çekiyor, gidiyor Hasan-ı Basrî’ye soruyor, ‘Hasan-ı Basrî, bu hâlin nedir?’
Hasan-ı Basrî, ‘Düşündüm taşındım yâ Resulallah, kardeşimi daha haklı gördüm, bıraktım işi, ibâdetle meşgul oluyorum.’
Peygamber Efendimiz, ‘Derhâl’ diyor, ‘işine sarıl, bütün zamanını ibâdetle geçirme. Senin işin de, çalışman da ibâdet sayılır, çünkü senin kazancından çok kişi faydalanıyor. O faydalanan kişiler daima sana Allah’tan rıza kılıyorlar.’
İşte Hazreti Resulallah Efendimiz, Hasan-ı Basrî’yi böyle tekrar işe yönlendirmiştir. Çünkü çalışmak her şeyin üstündedir, her şeyin üstünde. Eğer çalışmak her şeyin üstünde olmasaydı, Peygamber Efendimizin bir adı da Muhammed Cabbar olmazdı.
Biz, Allah’ı yaşatmak için geldik bu âleme; dünya nimetleri için gelmedik. Fakat bu demek değil ki, dünyadan elini ayağını çekeceksin. Elin dünyada olsun, ama gönlüne koyma. Gönlün Allah’ta olsun. Kazandıklarınla da hayır yapmaya koş, Allah yolunda harca ki, Allah’ın rızasını kazanasın. Çünkü dünya nimetlerinin hiçbiri kabire gitmez.
Bizler ilk ve son Peygamber olan, Peygamberlerin en akllısı ve en medenîsi Hazreti Muhammed’e tâbîyiz. O hâlde O’nu kendimize örnek alalım, O’nu kendimize kıble edinelim, O’nu kendimizde ruh edinelim, O’nun gibi cabbar olalım; günümüze ve yarınlara göre O’nun fikirleriyle yola çıkalım; toplumumuzu, milletimizi aydınlıklara, güzelliklere, refâha sürükleyelim de, O’nun da ruhu bizimle şâd olsun.”
Zîrâ, “O, her ân yeni bir ilâhî tasarruftadır” (Rahman, 29) ve “Erkeklerin, kendi kazandıklarından payları vardır, kadınların da kendi kazandıklarından payları vardır. Allah’tan, lütfunu, inâyetini dileyin, şüphe yok ki Allah her şeyi tamamıyla bilir” (Nisa, 32) ve O, “Ben, erkek olsun kadın olsun sizin içinizden çalışanın işini zâyî etmem” (Âl-i İmrân, 195) buyurmuştur.
Kasîde:
“Her ân gökyüzünden gönüllere gizli olarak şöyle vahîyler gelmede: ‘Ne zamana kadar, tortu gibi yeryüzünde çöküp kalacaksınız? Göğe yükselin, göğe yükselin!’
Ancak tembel olanlar, ağır canlılar şarap tortusu gibi dibe çökerler. Tortudan kendini kurtaran, arınan, temizlenen ise küpün üstüne çıkar.
Hemen balçığı, çamuru karıştırma! Suyunu bulandırma da arınsın. Tortun aydınlansın ve derdine dermân bulunsun.
İnsanda şûle gibi bir can var. Fakat onun dumanı, nurundan daha fazla. Duman haddini aşınca, gönül evinde bulunan Hakk ışığını göstermez olur.
Eser, gönül evindeki dumanı azaltırsan, senin nurun ile her iki dünya da, bu dünya da, öteki dünya da aydınlanır.”