Adamın, karısına “Yoksullara hor bakma, Tanrı’nın işine noksan isnâd etme, kendi yoksulluğunla vehimlenip hayallenerek yoksulu ve yoksulluğu kınama” diye nasîhat etmesi.
Bedevî dedi ki: “Ey kadın, sen kadın mısın, yoksa hüzün ve keder atası mı? Yoksulluk, benim için iftihâr edilecek bir şeydir; başıma kakma!
Mal ve para, başta külâh gibidir. Külâha sığınan, keldir.
Kıvırcık ve güzel saçları olan kişiye gelince; külâhı giderse ona daha hoş gelir.
2340. Tanrı eri göz gibidir. Gözün kapalı olmaktansa, açık olması daha iyidir.
Esirci, esiri satarken ayıp örten elbiseyi soyar.
Esirin bir kusuru olursa hiç onu soyar mı? Soyması şöyle dursun, bir hile ile ne yapıp eder, onu elbiseyle gösterir.
‘Bu; iyiden, kötüden, olur olmaz şeyden utanır. Soyarsam utanıp senden ürker’ der.
Zengin, kulağına kadar ayıp içine dalmıştır; fakat malı vardır ve mal ayıbını örter.
2345. Tamahkâr, tamahı yüzünden zenginin ayıbını görmez. Tamahkâr bütün gönülleri kaplar.
Yoksulluk, hâlis altın gibi sevilse yine kumaşı, dükkâna yol bulmaz, sözünü kimse dinlemez.
Yoksulluk, senin anlayacağın şey değildir; yoksulluğa hor bakma.
Çünkü yoksulların, mülkten, maldan öte ululuk sahibi Tanrı’dan pek büyük bir rızıkları vardır.
Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, bir gün bir zengine sormuş, “Malını mı seversin, yoksa günâhını mı?”
Adam, “Aman yâ Mevlâna” demiş, “Günâh hiç sevilir mi? Tabii ki malımı severim.”
“İyi” demiş Mevlâna, “malın burada kalacak, günâhın seninle gelecek!”
Bizi bize ne güzel söyler Hasan Dede bir şiirinde, selâm üzerine olsun…
“Âciz kaldım ben bu nefsin elinden,
Bu dünyanın suretine doyamaz.
Dünü günü dünyalığa çalışır,
Ömrü âhir olur bir gün duyamaz.
Gâfil derler gaflet elbisesini giyene,
Er demezler yavuz nefse uyana,
Kazanır kazanır dünya malını verir ziyâna,
Hakk yolunda bir puluna kıyamaz.
Bak şu âdem olanın hâlini,
Varıp tutmaz bir mürşidin elini,
Kazanır durur dünya malını,
Ele nasîb olur kendi yiyemez.
Ey Allah’ım sana döndüm özümü,
Cemâlinde kara etme yüzümü,
Dinlemezler bu Dede’nin sözünü,
Nefse uyar, bir mürşide uyamaz yahu!..”
Hakk yolunda yürümekten maksad, nefsi terbiye etmektir. Çünkü insan, her şeyden önce sorumluluk taşıyan bir varlıktır; sorumluluğu ise, Hazreti Allah’ın bahşetmiş olduğu insan elbisesidir, insanlıktır. İnsan, hakîkatte yeryüzünde Allah’ın temsilcisi, Allah’ın halîfesidir ve kendiyle birlikte kâinattaki tüm varlıklardan da sorumludur.
Kâinatın rahmeti Hazreti Muhammed Efendimizin, selâm olsun üzerine, “Fakr, benim fahrîmdir ve ben onunla iftihâr ederim” diye buyurmasındaki mânâ, dünyada ne kadar varlıklar varsa hepsinin ondan üstün olduğunu, kendisinin hepsinden aşağı olduğunu vurgulayarak, her an yoklukta ve teslîmiyette durmanın önemine işâret etmektir.
Peygamber Efendimizin eğitiminde yetişmiş olan Hazreti Ali Efendimiz de şöyle buyurur, selâm olsun üzerine: “Haber vermediler bu âleme gelişine, haber vermezler gidişine, dâim hazır ol.”
Yüce Pîrimiz Mevlâna, Hazreti Ali Efendimizin bu sözlerinden ilhâm alarak şöyle buyurur: “Ey insan, bu beden bir mektuptur, postalanmış Padişaha, lâyık ise postala, lâyık değil ise yırt, yenisini yaz, çünkü zaman az.”
“Padişah’tan maksad Allah’tır” der Hasan Dede, “Bizler daha doğar doğmaz yola çıktık, gidiyoruz Allah’a… Bu yüzden her dâim hazır olmalıyız. Ne kadar hazır durursak kazanırız, ama ne kadar boşverirsek, o gün geldiğinde pişman oluruz ama artık geri dönüşü olmaz. Hazır olmak ne demektir? Gönülden dünyayı çıkarmak ve Allah’ın güzelliklerine yönelmek.”
Kasîde:
“Ey dertli zamanımda canımın rahatı! Ey yoksulluk açlığında ruhumun hazinesi olan Allah’ım!
Vehmin elde edemediği, anlayışın ve aklın eremediği güzellikler senden canına ulaştığı için sen benim kıblem oldun.
Rabbim! Senin keremin ve lütfun sebebi ile ben âleme nazla bakarım.
Fânî olan devlet, zenginlik, varlık hiç beni aldatabilir mi?
Allah’ım! Bitmez, tükenmez cömertliğinle bana hesapsız mülkler versen, ne kadar gizli hazinelerin varsa onları önüme koysan, ben candan secde ederek yüzümü yerlere korum da derim ki:
Ey Allah’ım! Benim için senin aşkın bütün bunların hepsinden daha değerlidir.”