“İnsan, bilmediği şeyin düşmanıdır.” Ali Keremallahu Veche
2140. Akıl, akla uygun olan her şeyi; mucizesiz, keşmekeşsiz kabul eder.
Bu bâkir yolu, akla aykırı gör ve bu görüş, her devlet sahibine makbûldür; buna da dikkat et.
Şeytanlarla, canavarlar nasıl insan korkusundan ve hasetlerinden ürküp adalara, ıssız yerlere kaçtılarsa,
Münkîrler de peygamberlerin mucizelerinden korkup başlarını otların içlerine sokmuşlar,
Bu suretle Müslüman adıyla anılarak yaşamak, kim olduklarını, ne inanışta bulunduklarını sana bildirmemek istemişlerdir.
2145. Kalpazanlar, kalp paraya nasıl gümüş sürerler ve üstüne padişahın adını kazırlarsa,
Onların sözlerinin dışyüzü de tevhîd ve şerîattir; fakat içyüzü, ekmekteki delice tohumuna benzer.
Felsefecinin, dini inkâra, yâhut din ehliyle mübâhaseye kudreti yoktur. Böyle bir şeye girişirse Hakk din, onu mahveder.
Onun eli, ayağı cansızdır. Canı ne derse ikisi de fermânına uyar, dediğini yapar.
Felsefeciler, dilleriyle cansız şeylerin hareketini, seslenmesini inkâr ederlerse de elleriyle ayakları, bunun imkânına şehâdet edip durur.
Âriflerin Menkîbeleri’nde şöyle rivâyet edilmiştir ki;
“Bir gün, şehrin hekimleri ve zamanın âlimleri arasında, ‘İnsanın nefsi kanla mı, yoksa başka bir şeyle mi yaşar?’ diye büyük bir bahis olmuştu. Hekimler umûmiyetle: ‘Muhakkak kanla yaşar, yoksa insanın kanı tamamiyle giderse derhâl ölür’ dediler ve fakîhleri susturdular. Âlimler, sözbirliği ile Mevlâna Hazretlerine gelip bu meseleyi arz ettiler.
Mevlâna, ‘İnsanlar muhakkak kanla mı yaşarlar?’ buyurdu.
Onların hepsi, ‘Hükemâ mezhebinde bu böyledir’ dediler ve bunun için, birçok felsefî deliller ve akla uygun kanıtlar (bûrhanlar) ileri sürdüler.
Fakat Mevlâna, ‘Filozofların mezhebinin o kadar kıymeti yoktur. İnsan kan ile değil, Tanrı ile yaşar’ dedi.
Bunun üzerine hiç birinin ‘Niçin ve bunu kabul edemiyoruz’ demeye mecâli kalmadı.
Şiir:
Filozofun söz söylemeye kudreti yoktur.
Eğer lâf ederse, din ehli onu perişan eder.
Bundan sonra Mevlâna bir hacamatçının getirilmesini emretti. Hacamatçı gelip hemen iki mübârek kollarının damarlarından neşter vurup kan aldı. O kadar kan akmaya başladı ki, neşter vurulan yerde bir sarı sudan başka bir şey kalmadı.
Mevlâna hekimlere dönerek, ‘Nasıl insan kanla mı, yoksa Tanrı’yla mı yaşıyor?’ diye sordu.
Bunun üzerine hekimlerin hepsi baş koyup Tanrı erlerinin kudretine iman ettiler. Mevlâna da kalkıp derhâl hamama girdi ve oradan çıkınca semâ etmeye başladı.”
Hazreti Şems-i Tebrizî, selâm olsun üzerine, Makalât’ta şöyle buyurur: “Bana Mecnûn’un gözüyle bak; sevgiliye, seven gözlerle bakmalı. ‘Allah onları sever’ buyurulmuştur. Fakat buradaki eksiklik onların Allah’a sevgi gözleriyle bakmamış olmalarındandır. Onlar Allah’a bilgi yönünden bakarlar, irfân ve felsefe yönünden bakarlar. Ama sevgi yönünden bakmak başka bir iştir.”
‘Felsefeciler, dilleriyle cansız şeylerin hareketini, seslenmesini inkâr ederlerse de elleriyle ayakları, bunun imkânına şehâdet edip durur.”
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmaktadır:
“O gün biz onların ağızlarını mühürleriz. Elleri bize konuşur, ayakları da kazandıklarına şahitlik eder.” (Yâsin, 65)
“Onlar, âzâlarına, ne diye aleyhimizde şehâdet ettiniz derler, onlar da her şeyi söyleten Allah derler, bizi de söyletti ve odur sizi halkeden ilk defa ve yine dönüp onun tapısına varacaksınız.” (Fussilet, 21)
Kasîde:
“Bizden bıkma biz çok güzeliz! Başkalarının kıskanmasından ötürü ürktük, güzelliğimizi gizledik.
Birgün beden örtüsünü canın üstünden atınca görürsün ki; canı ay da, firkad yıldızı da kıskanmaktadır. Onların hiç birinde canın parlaklığı yoktur.
Bizi görmek için yüzünü yıka, temizlen, kirliliklerden kurtul! Çünkü kirli bir insan bizi göremez. Kendini nefsanî kirlerden temizlemeyeceksen bizden uzak dur! Kendi güzelliğimiz bize yeter.
Biz yarın ihtiyarlayacak bir güzel değiliz, biz ebedîyyen genciz. Gönlümüz rahattır, hoştur. Biz kadîmiz, önümüze ön, sonumuza son yoktur.
Giydiğimiz beden elbisesi eskidi, yıprandıysa da, ne gam? O elbisenin içindeki ihtiyarlamadı. Ömür örtümüz fânîdir. Fakat kendimiz uçsuz bucaksız bir ömürüz.
İblis, Âdem’in hakîkatini göremedi. Örtüsünü gördü de ondan yüz çevirdi. Hazreti Âdem ona, ‘Sen Hakk dergâhından sürülmüşsün, kovulmuşsun, biz sürülmedik, kovulmadık’ diye seslendi.
İblis secde etmedi ama meleklerin hepsi secde ettiler de, ‘Gönlümüz örtü altında bir güzele düştü. Örtü altında öyle bir güzel var ki; güzelliği aklımızdan başımızdan aldı da o güzelliğe karşı secdeye kapandık’ dediler.
İhtiyarlamış kişileri güzellerden ayırdedemezsek, aklımız, aşk âleminde bu seçmeyi yapamazsa, biz aşkta dinimizden dönmüş sayılırız.
Güzelin sözü mü olur? O Allah arslanıdır, biz çocukça sözlere daldık. Zaten de çocuklarız. Biz aşk bilgisinde daha alfabedeyiz, ebced okumadayız.”