MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/CII

“Küçük muhârebeden büyük muhârebeye döndük” sözünün tefsîri.

1371. “Ey padişahlar! Dışardaki düşmanı öldürdük; içimizde ondan beter bir hâsım var.

1372. Bunu öldürmek, aklın fikrin işi değil. İçerdeki arslan; öyle tavşan maskarası olmaz.

1373. Cehennem, bu nefstir; cehennem, bir ejderhadır ki harâreti denizlerle eksilmez.

1374. Yedi denizi içer de yine kocakarıya benzeyen nefsin harâreti ve coşkunluğu azalmaz.

1375. Taşlar, taş yürekli kâfirler; ağlayıp inleyerek mahcûb bir hâlde cehenneme girerler.

1376. Hakk’tan ona şu nidâ gelmedikçe bu kadar azâba da kanaat etmez.

1377. ‘Doydun mu?’ denir. O, kurt ve sırtlan gibi ‘Hayır, doymadım’ der. İşte sana ateş, işte sana harâret!

1378. Bütün bir âlemi, bir lokma edip yutar da yine midesi ‘Daha fazla yok mu?’ diye bağırır.

1379. Nihâyet Hakk, onun üstüne lâmekân âleminden ayağını koyar da işte o vakit derhâl sakinleşir.

1380. Bizim nefsimiz de cehennemin bir parçasıdır. Onun için cüz, daima küllün tabîatındadır.

1381. Nefsi öldürecek ayak da ancak Hakk’ın ayağıdır. Zaten nefsin yayını Hakk’tan gayrı kim çekebilir?

1382. Yaya ancak doğru ok koyarlar. Bu yayın ters ve eğri okları da vardır.

1383. Ok gibi doğru ol da yaydan kurtul. Çünkü her doğru okun, yaydan fırlayacağına şüphe yok.

1384. Dış savaşından kurtulunca iç savaşına yüz tuttum. 

1385. Biz şimdi küçük muhârebeden döndük; Peygamber’le beraber büyük muhârebedeyiz.

1386. Tanrı’dan denizleri yaran bir kuvvet isterim ki bu Kafdağı’nı iğne ile yerinden koparıp atayım.

1387. Şunu bil ki safları bozup dağıtan arslanla savaşmak kolaydır, asıl arslan, nefsini mağlûb edendir.”

* Bunun hakkında sen bir hikâye dinle de sözümden hisse al.

Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, “Âlem-i ahirette Rabbinizin yüzünü mehtâbı seyreder gibi seyredeceksiniz” diye buyurur.

Hasan Dede, Yunus Emre’den şöyle bir hikâye dile getirir…

“Bir gece, Yunus bir mânâ görür. Mânâsında sonsuz güzellikte öyle bir yere gelir ki, dünya güzellikleri bu güzelliklerin yanında çok sönük kalır. Hayranlık içinde dönüp orada bulunanlara, ‘Burası neresidir?’ diye sorar. Ona, ‘Burası cennet-i âlâ’dır’ diye cevap verirler. Bunun üzerine Yunus hemen, ‘Peki o zaman buranın sahibi nerededir?’ diye sorar. O zaman Yunus’a derler ki: ‘Sen daha ölmedin, ey Yunus! Sevgilinin yüzünü göremezsin.’ İşte Yunus bu cevabı duyar duymaz feryâd eder: ‘Beni buradan çıkarın. Yedi denizi cehennem hâline getirin, beni oraya koyun. Buraya aldığınız zaman beni Sevgiliyle alın’…”

‘Cehennem, bu nefstir; cehennem, bir ejderhadır ki harâreti denizlerle eksilmez.’

Hasan Dede, aynı zamanda nefsi, yedi başlı bir ejderhaya benzeterek şu açıklamayı yapar: “Yedi başlı ejderhanın mânâsı da şudur: İki göz, iki burun deliği, iki kulak ve bir de ağızdır. Bunlar eğer nefse yönelirse, işte her biri bir ejderha olur ve sahibini mahveder.”

Nitekim hikâyede, Yunus Emre’ye, “Sen daha ölmedin” dediklerinde, “Yedi denizi cehennem hâline geitirin, beni oraya koyun, buraya aldığınız zaman beni sevgiliyle alın” demektedir. Yâni ölmeden evvel öleyim; gözlerim sevgiliden başka bir şey görmesin, kulaklarım sevgiliden başka bir şey işitmesin, burnumda hep sevgilinin kokusu olsun, ağzım dilim hep sevgiliyi söylesin… son nefesim de beni aldığınız zaman sevgiliyle alın, sevgilime kavuşayım.

Hasan Dede, ölmenin tasavvufî mânâsını açıklarken, “Ölmekteki asıl mânâ nefsin kötü huylardan arınması, mânevî güzelliklere kavuşmasıdır” der, “Bir kişi bu şekilde ölmediyse eğer, diri sayılmaz. Benliğinde yaşamaya devam ettiği ve ikilikte kaldığı sürece diri değildir. Ne zaman ki, nefsinin isteklerinden kurtulur, çalışır, özverili bir yaşama yönelir, talep eden değil, talep edilen olursa o zaman ölümün arkasından dirilik doğar. Sen doğarsın!.. Allah’ın zâtında kaybolmayan kimse, daimi cehennemdedir. Bu cehennemin odunu, gurur ve arzularıdır. Vücut hapisanesinden çıkanlar için, azâb kalmaz. Bunları temizleyecek yegâne şey de, aşktır… Hakk aşıklarının dini de, imanı da mezhebi de Resûlallah Efendimizdir. Onlar, Resûlallah’a gönül verdiler, O’nun huylarıyla huylandılar ve hepsi ‘Bir’ oldular, ‘Bir okundular, ’Bir’den konuştular.”

“Doğruluk can vermektir. Kendinize gelin de bu hususta ileri geçin. Kur’ân’dan ‘Erler vardır ki Tanrı’yla ettikleri ahdi bozmadılar, ahidlerine doğrulukla sarıldılar’ âyetini okuyun!” diye buyuran yüce Pîr Mevlâna, bakın yine ne güzel seslenir bizlere…

“Ey gönül! Onun ok temrenine benzeyen kirpiklerini iste ve onun ayrılığından duyduğum harâretimi yatıştır, söndür. Susuzum bu defa da benim için su ara.

Nasıl sarhoşa şarab içmek, aklı başında olana da su içmek hoş geliyorsa, ben senin dudağını özlüyorum, sofular da kevser istiyorlar… 

Su, her zaman senin cennet misâli mahallenin bahçesine doğru akar. Galiba o hoş yürüyüşlü, hoş salınışlı; serviyi andıran sevgiliye aşık olmuş. 

Topraktan bir set olup su yolunu o mahalleden kesmeliyim, çünkü su benim rakîbimdir, onu o yere bırakamam… 

Dostlarım! şayet onun elini öpme arzusuyla ölürsem, öldükten sonra toprağımı testi yapın ve onunla sevgiliye su sunun…”