MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXXXVIII

Dudunun tâcire veda edip uçması.

Dudu ona hoşa gider bir iki nasihat verdi, sonra “Allah’a ısmarladık, artık ayrılık zamanı geldi” dedi.

1840. Efendisi dedi ki: “Allah selâmet versin; git. Sen bana yeni bir yol gösterdin.”

Tâcir, kendi kendine dedi ki: “Bu, bana nasihatti. Onun yolunu tutayım, o yol aydın bir yol.

Benim canım neden dududan aşağı olsun? Can dediğin de böyle iyi bir iz izlemeli.”

Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm üzerine olsun, bir hadîs-i şerîfinde, “Din nasihattir” diye buyurur.

Hasan Dede, selâm olsun üzerine, “Bizler burada sayısız hakîkatler sunuyoruz. Gerek Hazreti Mevlâna’mızdan, gerekse Hazreti Muhammed Efendimizden, onların kimliklerinden, onların güzelliklerinden dil sarfediyoruz. Dinleyenler eğer bu güzellikleri işitip ruhlarına gıda yapmaya çalışırlarsa, iyi birer insan olurlar. Bu güzelliklerin kendilerinde zuhûr etmesi için de yokluğa bürünmeleri gerekmektedir. Eğer insan yokluğa bürünmezse, ikrâr verdiği yere imanını güçlendirmezse, bu kişi ne kadar zâhirî bilgilere sahip olursa olsun, ne kendine bir faydası olur ne de başka birine faydası dokunur. Sahip olduğu bu bilgiler de ileriye doğru o kişide yük olmaya başlar. 

Bu nedenle bizler ne kadar Hazreti Muhammed Efendimizi, Pîrimiz Mevlâna’mızı bedenimizde ruh edersek, onların bilgileriyle kendimizi büyütürsek, onların gözüyle çevremize bakmaya çalışırsak, o nispetle topluma ve kendimize faydalı güzel insanlar oluruz.”

Bakın Yüce Pîr Mevlâna’mız, selâm olsun üzerine, bir kasîdesinden ne güzel sesleniyor bizlere…

“Bugün, bu bahar günü, neşe günü, sevinç günü. Güllerin çok açtığı bir yıl, gül yılı. Bu bahar mevsiminde hâlimiz, durumumuz çok iyi! Bizim gibi gülün de hâli iyi olsun! 

Ötelerden dostun yüzünün gül bahçesinden güle yardım geldi. Bu sebeple artık gözlerimiz, gülün solduğunu, dökülüp saçıldığını görmez. 

Gülün güzelliğinden, letâfetinden, ihtişâmından, renginden, kokusundan nergisin gözleri mest oldu, bahçede ağzını açmış gülüyor. 

Süsen selvinin kulağına, bülbülün aşkının sırlarını ve gülün güzel huylarını fısıldıyor. 

Gül bize iyilik etmek, lütuflarda bulunmak, bize kokusunu daha iyi duyurmak için elbisesini yırtarak koştu, geldi.

Biz de güle kavuştuğumuz için, ona daha yakın olmamız için elbisemizi yırtıyoruz. 

Gül ötelerden geldi; o cihandandır. Bu yüzden bu cihana sığmıyor. Gül o kadar lâtiftir, o kadar güzeldir ki, hayal âlemi bile gülü hayal etmeye dar geliyor. 

Gül denilen varlık kimdir? Akıl bostanından, can bahçesinden gelmiş bir haberci. Gül nedir? Solmayan, dökülmeyen, hakîkat gülünün güzelliğini, yüceliğini bildiren bir bilge. 

Gülün eteğini tutalım, ona yol arkadaşı olalım da oynaya, güle gülün aslına. zevâlsiz gül fidanına gidelim. 

Gülün aslı, zevâlsiz gül fidanı Mustafa (sav)’nın terinden bitti, yetişti, lütfundan meydana geldi. O büyük varlığın yüzünden hilâl hâlinde iken, bedir hâline geldi. 

(Burada şu hadîs-i şerîfe işaret var: Peygamber Efendimiz (sav) buyurdular ki: “Miraç gecesinde gökyüzüne çıktığım zaman terlemiştim. Ter damlalarım yeryüzüne düşünce, topraktan gül fıdanları bitti, yetişti. Kim benim kokumu koklamak isterse, kokumu almak isterse gülleri koklasın.”) 

Siz gülün yapraklarını yolarsınız, dallarını kırarsınız ama, ona yeniden yeniye can verirler, onu diriltirler, ona yeniden yeniye kol kanat ihsân ederler. 

Gör ki gül baharın davetine nasıl icâbet etti. Halil İbrahim’in öldürülmüş dört kuşu gibi ölü iken dirildi, koşarak geldi. 

Ey hoca sus! Dudağını açma! Gülün gölgesinde otur da gonca gibi dudak altından gizlice gülümse!”