MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/CIII

Rum kayseri elçisinin, Emîrülmüminin Ömer’e -Tanrı ondan razı olsun- gelip Ömer’in kerâmetini görmesi.

1388. Rum kayserinden, Medine’de Ömer’e uzak çölleri aşarak bir elçi geldi.

1389. Medine halkına “Halîfenin köşkü nerdedir ki atımı, eşyamı oraya çekeyim” dedi.

1390. Halk dedi ki: “Halîfenin köşkü yok; Ömer’in köşkü, ancak aydın canıdır.

1391. Gerçi emîr diye adı sanı duyulmuşsa da onun, yoksullar gibi ancak bir kulübeciği var.

1392. Kardeş, onun köşkünü nasıl görebilirsin? Gönül gözünde kıl bitmiş!

1393. Gönül gözünü, kıldan ve hastalıktan arıt, sonra köşkünü görmeyi gözet.

1394. Kimin canı, heveslerden arınmışsa derhâl tertemiz Tanrı tapusunu, Tanrı dergâhını görür.

1395. Muhammed, bu ateşten, bu dumandan temizlendiğinden nereye yüz çevirse orada Allah cemâlini gördü.

1396. Seni kötülüğe sevkeden vesveselere yoldaş oldukça ‘Semme vechullah’ı nasıl bilebilirsin?

1397. Kimin kalbinde kapı açılırsa gönül göğünde yüzlerce güneş görür.

1398. Yıldızların içinde ay nasıl görünürse başkaları arasında Tanrı da öyle görünür.

1399. Fakat iki parmağını iki gözünün üstüne koy; bir şey görebilir misin? İnsâf et!

1400. Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur, ancak şom nefsin parmağında.

1401. Kendine gel! Gözünden parmağını kaldır da ne istiyorsan gör.

1402. Nuh’un ümmeti, Nuh’a ‘Nerde sevâb?’ dediler. Nuh ‘Duymamak, görmemek için elbisenize büründüğünüz cihette.

1403. Elbiselerinize bürünüp yüzünüzü, başınızı sardınız; ondan dolayı gözünüz olduğu hâlde görmediniz’ dedi.

1404. İnsan, gözden ibârettir. Geri kalanı bir deridir. Göz de, dostu gören göze derler.

1405. İnsan, dostu görmeyince kör olsun, daha iyi. Böyle adam Süleyman bile olsa, karınca ondan yeğdir.”

1406. Bu yepyeni sözler, Rum elçisini semaa getirdi, Ömer’i görmek iştiyâkı arttı.

1407. Gözünü, o padişahı aramaya dikti, eşyasını da kaybetti, atını da.

1408. O iş erinin ardına düşmüş, her tarafa koşmakta, delicesine onu aramaktaydı.

1409. “Dünyada böyle adam da olur mu ki cihandan can gibi gizlenmiş” diyordu.

1410. Candan kul olmak için onu aradı. Şüphesiz, arayan bulur.

1411. Bir bedevî karısı, onun yabancı olduğunu gördü; Ömer’i aradığını anlayıp “İşte şuracıkta, şu hurma ağacının altında” dedi.

* Halktan ayrılmış, hurma ağacının dibine varmış. Ağacın gölgesinde uyuyan Tanrı gölgesini seyret.

Abdülbâki Gölpınarlı, Hazreti Mevlâna’nın dile getirdiği bu hikâyeyi tefsîrinde şöyle anlatır: “Asıl hikâye, ikinci halîfe Ömer’in zamanında Medine’ye gelen Roma elçisinin, Ömer’i mükellef bir sarayda bulacağını sanırken ovada, bir hurma ağacının altında yatıp uyurken bulmasından meydana gelmiştir. Fakat Mevlâna bu hikâyede de tedâilerine uyup âyetlerle, hadîslerle, hâl, makam gibi tasavvuf terimleriyle yaratılışı, Allah’ın tasarruf ve tedbîrini, her varlıktaki hikmet ve kudretini, vahyi, can ve akıl gözünü, cebîr ve ihtîyarı, yaratılıştaki tekâmülü, mânânın lafza sığmayacağını, ferdîyetten geçmemenin demir bağlarla bağlanmaktan farksız olduğunu, kendisine has o fevkâlade tahkîye üslûbuyla anlatmaktadır.”

Nitekim, Kurân-ı Kerîm’de, Doğu da Allah’ındır, batı da. Artık nereye dönerseniz dönün, orada Allah’a dönmüş olursunuz. Şüphe yok ki Allah’ın lütfu, rahmeti boldur, her şeyi bilir” (Bakara, 115) buyrulmaktadır.

Beyit:

“Güzelim bana dedi ki: ‘Ben güzellerin canıyım!’ ‘Evet ey sevgili!’ dedim. ‘Ben de seni öyle görüyorum’..”

‘Kimin canı, heveslerden arınmışsa derhâl tertemiz Tanrı tapusunu, Tanrı dergâhını görür. Muhammed, bu ateşten, bu dumandan temizlendiğinden nereye yüz çevirse orada Allah cemâlini gördü.’

Hazreti Mevlâna, Fîhi Mâ-Fîh’de buyurur ki: “Birisi, Tanrı rahmet etsin, esenlikler versin, Mustafa’nın zamanında, tapısına geldi de dedi ki: Senin bu dinini istemiyorum, vallahi istemiyorum, bu dini geri al. Senin dinine girdim gireli bir gün olsun, dincelmedim; mal gitti, kadın gitti, çocuk gitti; saygı görmem kalmadı, gücüm kuvvetim kalmadı, dileğim isteğim kalmadı. Mustafa, hâşâ dedi; benim dinimin şanından değildir ki bir yere gitsin, birinin gönlüne yerleşsin de o adamı kökünden söküp atmasın; evini barkını silip süpürmesin, tertemiz etmesin de geri gelsin; ‘Ona ancak tertemiz olanlar dokunabilirler.’ Nasıl sevgilidir o ki sende kıl kadar bile olsa, kendini sevmek, varlığına bağlanmak varken kendisine yol versin sana. Dostun yüz göstermesi için adamın, tümden kendinden de, dünyadan da usanması, kendine düşman kesilmesi gerek. Bizim dinimiz de hangi gönülde yerleşirse o gönlü Tanrı’ya ulaştırmadıkça, gerekmeyen şeyleri o gönül ıssından ayırmadıkça ondan el çekmez.”

Hazreti Muhammed, selâm olsun üzerine, bir hadîs-i şerîfinde, “Tuba cennette bir ağaçtır. Büyüklüğü yüz yıllık yer tutar. Ve cennet elbiseleri de onun tomurcuklarından yapılır” diye buyurur. 

“Mürşid-i kâmilller de, Tuba ağacına benzerler” der Hasan Dede, “Onlar, bu âlemde Cenâb-ı Hakk’ın bendeleridirler. Mürşid-i kâmiller Allah’ın gölgeleridir, hepsi Tanrı’nın aletleridirler. Ağacın yaprakları, çiçekleri nasıl kökten haber verirse, insanın sözleri, davranışları, yaşayışı da onun özünün delilleridir. Sevgi tomurcukları sevgi ağacından yeşerir.”

‘Halktan ayrılmış, hurma ağacının dibine varmış. Ağacın gölgesinde uyuyan Tanrı gölgesini seyret.’

Kasîde:

“Ey parlak ve içli gönül, sen bütün gönüllerin emîrisin. Aşkın yakıcı güçlü ateşine karşı sabrı kalkan edindin de muradına erdin. 

Yaş olsun, kuru olsun, herkesin gözü birbirinin üstündedir. İnsanlar birbirlerine bakakalmışlardır. Senin gözün öyle değildir. Senin gözün Allah’a yönelmiştir. Bu yüzden herkesin gözü artık sana baksın. 

Senin elin, Allah’ın elidir. Senin gözün Allah’ın mestidir. Kullarının Rabbi Allah’ın gölgesi, herkesin üzerinde ebedîyyen bâkî kalsın. 

Halkın iniltisi, feryâdı senin sevgindendir. Sizinki kimdendir? Neredendir? Bütün bunlar aşktan doğdu. Acaba aşk neredendir? 

Ey Hakk’ın ve dinin Şems’i, ey varlık mülkünün sahibi, aşk dünya kuruldu kurulalı senin gibi bir padişah göremedi.”