MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/LIII

“Delilik tarağı sevgilinin aşıklarını zincire vuran saçlarını taradı, onu süsledi de, biz kıskançlıktan tarak gibi şerha şerha iki başlı olduk.” Mevlâna

628. Ey asıl arayan kimse! Şu aslı bil ki kimde dert varsa o, koku almış, dermâna ermiştir.

629. Kim daha ziyâde uyanıksa o daha ziyâde dertlidir. Kim işi daha iyi anlamışsa onun benzi daha sarıdır.

630. Hakk’ın cebrinden âgâh isen feryâdın nerde? Cebbârlık zincirini görüşün hani?

631. Zincire bağlanan nasıl olur da neşelenir? Hapiste esîr olan, nasıl hürlük eder?

632. Eğer ayağını bağladıklarını, başına padişah çavuşlarının dikildiğini görüyorsan,

633. Gayrı sen de âcizlere çavuşluk etme. Çünkü bu vazîfe âcizlerin huyu ve tabîatı değildir.

634. Mâdemki görmüyorsun; Tanrı’nın cebrinden bahsetme! Görüyorsan hani gördüğünün nişânesi?

635. Hangi bir işe meylin varsa o işte kendi kudretini apaçık görür durursun.

636. Hangi işe meylin ve isteğin yoksa… Bu, Tanrı’dandır diye kendini cebrî yaparsın!

637. Peygamberler, dünya işinde cebrîdirler, kâfirler de ahîret işinde.

638. Peygamberlerin, ahîret işinde ihtiyârları vardır, cahillerin de dünya işinde.

639. Zîrâ her kuş, kendi cinsinin bulunduğu yere gider, bedeni geride uçmaktadır, canı daha tez, daha ileri gitmekte!

640. Kâfirler, ‘siccîn’ cinsinden olduklarından dünya zindanına rahat rahat gelmişlerdir.

641. Peygamberler, ‘illiyyîn’ cinsinden olduklarından can ve gönül illiyyînine doğru gitmişlerdir.”

642. Bu sözün sonu yoktur, fakat biz yine dönüp o hikâyeyi tamamlayalım.

Hazreti Mevlâna, bir kasîdesinde şöyle seslenir…

“Yeşilliğin, lâle bahçesinin dostuyuz. Fakat kötü gözden, nazârdan korktuğumuz için yüzümüz sarardı. 

Mushâf getirelim de, senden başkasının elinden şarap içmeyeceğimize dair sakîye yemin edelim. 

Kimin canı varsa, ancak o, can bahçesinden koku alır. Fakat ona sahip olan da baştan başa ondan ibâret olduğunu anlar. 

O kadeh yüzünden öyle tez canlı olmuşuz ki, gönlümüz, kuş gönlü hâlini almış da bedenimizin dışında çırpınmada. 

Biz, insan bedeni kesâfetinin, karanlıklarının perdesi arkasında oturmuşuz da seher vaktinin nuru gibi karanlık perdeleri yırtarız. 

Biz gece idik. Mânâ güneşinin nuru ile aydınlandık, sabah hâline geldik. Biz yırtıcı kurt idik, ilâhî feyizle, tanınmış bir çoban olduk. 

Tebrizli Şems, cana benzeyen yüzünü gösterdi de, ruh gibi, hepimiz, canla başla ona doğru koşuyoruz.”

Hazreti Mevlâna, “Her kuş kendi cinsiyle uçar” diye buyurduğu üzere, Hasan Dede de, “Doğanla karga beraber uçmaz. Güvercinle kumru beraber uçmaz. Serçe bıldırcınla beraber uçmaz. Hepsi kendi cinsiyle uçar” der, “Bazı kuşları da görürsün farklı cinstirler ama birarada dururlar. Onlar da sakat kuşlardır. Kiminin kanadı kırık, kiminin gözü kör, sakat oldukları için birarada duruyorlar.”

Abdülbâki Gölpınarlı, ‘siccîn’ ve ‘illiyyîn’ ile ilgili olarak şu açıklamayı yapar: “Siccîn, Arapçada zindan, hapishâne mânâsına gelen ‘sicn’ kökündendir, cehenneme denmiştir. İlliyyîn, yücelik, yükseklik mânâsına gelen ‘âlâ’ kökündendir; cennetlerin en yüce yeridir; cehennemin en aşağı, en kötü yerinin siccîn olduğu gibi. Kurân’da, Muttaffıfîn sûresinin 7-8. ve 18-19. âyetlerinde geçen bu sözler, mümînlerle kâfirlerin amel defterleridir diyenler de olmuştur ki bu takdirde, kâfirlerin amel defterlerindeki suçlar, kendilerini kötü bir zindana benzeyen cehenneme götüreceği gibi, inananların amel defterlerindeki hayır ve iyilikler de onları yücelere yükselteceği için bu adla anılmışlardır ve bu adlar sebebiyyet yoluyla o defterlere verilmiştir.”

Âriflerin Menkîbeleri isimli eserde şöyle bir hikâye rivâyet edilir:

“Mevlâna Hazretleri buyurdu ki: Bir gün, bir mürid, şeyh İbrâhim Edhem’den kendisine İsm-i Âzâm’ı öğretmesini ricâ etti. Şeyh emretti, onu Dicle’ye attılar. Mürid, feryâd ettikçe arka arkaya suya batırıyorlardı. Nihâyet müridin ıstırap ve sıkıntısı o dereceye ulaştı ki, ‘Allah, Allah’, demeğe başladı. Bunun üzerine su onu hemen kenara attı, o da kurtuldu. Şeyh buyurdu ki: Has olan İsm-i Âzâm, kul bunalıp ona sarıldığı vakit, onun elini tutandır. Çünkü ‘Sıkışık olan kimse dua ettikçe ona icâbet eden ve belâsını gideren’ buyurulmuştur. Zîrâ âczîyet lâyık olmanın şahididir.”

Beyit:

“Kâfir kimdir? Kâfir, şeyhin imanından haberi olmayandır. 

Ölü kimdir? Ölü, şeyhin canından haberi olmayandır.”