İlk 18 beyit için Mesnevi-i Şerif’in kalbi, özeti de diyebiliriz. 6 cilt Mesnevi, ilk 18 beytin açılımı gibidir ve bizi bize söyler, insanı dile getirir…
Beyitlerin mânâlarına inmek ve Mevlâna’mızın sözlerini daha iyi anlayabilmek adına, öncelikle Mevlâna’nın bendesi güzel Dedemizin sözlerinden, şiirlerinden, yine Pirimiz Mevlâna’nın eserlerinden ve Şeyh Abdülbaki Gölpınarlı ve Hasan-ı Zarîfî’nin tefsirlerinden alıntılar yapmayı uygun gördüm, umarım sizlerin de hoşunuza gider…
1. Dinle, bu ney nasıl şikayet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor.
Hasan Dedemiz, “Cenab-ı Mevlâna şöyle buyurur” diyor, “Benim eserim Mesnevi’yi elinize alıp okumaya başladığınızda benimle konuşmaya başlarsınız. Fakat okurken kulaklarınızın işiteceği kadar sesinizi yükseltin ki, o zaman sizin dilinizden sanki ben konuşmuş gibi olurum ve siz de dinlemiş olursunuz.’ Yine der Mevlâna, ‘İnsan kulaktan beslenir, hayvan ise ağızdan beslenir. Bizler burada sayısız hakikatler sunuyoruz. Gerek Hazreti Mevlâna’mızdan, gerekse Hazreti Muhammed Efendimizden, onların kimliklerinden, onların güzelliklerinden dil sarfediyoruz. Dinleyenler eğer bu güzellikleri işitip ruhlarına gıda yapmaya çalışırlarsa, iyi birer insan olurlar… Allah, Hazreti Peygamber Efendimizle dile geldi. Ne dedi Hazreti Muhammed? ‘İkre!’ Bunun anlamı nedir? ‘Oku!’ Peki Hazreti Mevlâna ne dedi? ‘Bişnev!’ Bunun anlamı da, ‘Dinle!’ demektir. Hazreti Muhammed Efendi’mizin, Cenab-ı Mevlâna’mızın ve bütün Piran Efendilerimizin davası, bizleri kendilerine vakfetmek, bizleri kendileri gibi ortaya çıkarmak ve bizlere kimliklerimizi kazandırmaktır. Bizlerin tek yapmamız gereken, onları kendimize dost edinmektir.”
Ney’den maksat İnsan-ı Kâmil’dir. Mevlâna, ‘Bu ney’ derken kendini işaret etmektedir. Hüdâvendigâr Mevlâna şöyle buyurur, der ki: “Biz ney gibiyiz, bizdeki nağme senden. Biz dağ gibiyiz, bizdeki sâdâ senden. Ey huyları güzel! Ey bizim canımıza can olan! Biz kim oluyoruz ki seninle ortada olalım, görünelim. Biz yokuz. Varlıklarımızı, fanî suretle gösteren Vücud-u Mutlak olan sensin.”
Abdülbaki Gölpınarlı, ‘İnsan-ı Kâmil’i çok güzel bir dille anlatmaktadır…
“İnsan-ı Kâmil, birlik kamışlığından kesilmiştir. Kendi varlığından geçmiş, gerçek varlıkla varolmuştur. Ondan çıkan her ses, Tanrı irâdesini bildirir; onun ihtiyârı, Tanrı ihtiyârıdır. Fakat görünüşte sıfatlarla, fiillerle kayıtlıdır; bu bakımdan lâhuti âlemini özler. Daha doğrusu da onun bu özleyişi bir cilvedir, kendi kendisine bir nazdır. Nitekim,
‘Ben canın canından şikâyet etmedeyim,
Ama gerçekte şikâyetçi değilim, rivâyet etmedeyim’ buyurur.”
Hasan Dedemiz bir şiirinde şöyle sesleniyor:
“Ey dinin ve dünyanın yakıcı güzeli Mevlâna!
Ey sözü Kur’an gibi manevî olan,
Ey Kitabı bizce Kitabın özü olan,
Ve ey sözü bizce sözlerin kesini olan,
Ey varlık kamışlığından kesilmiş olan,
Neyin de sesi hoştur, kamışlığın da…
Kalk da gör bir bildik gelmiştir,
O kamışlıktan aynı sesi çıkaran biri gelmiştir,
O da yüce Mevlâna’dır…”
Hasan Dedemiz bu şiirinde, “Kalk da gör bir bildik gelmiştir. O kamışlıktan aynı sesi çıkaran biri gelmiştir” derken hem Hazreti Mevlâna’nın sırrını, hem de kendi sırrını meydana çıkarmaktadır.
Nitekim, 2. beyitte şöyle der Mevlâna…
2. Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryâdımdan erkek, kadın herkes ağlayıp inledi.
“Mürşid-i kâmiller, daima hitabî konuşurlar, kitabî konuşmazlar” der Hasan Dedemiz, “Onlar, Kur’an-ı Natık’tır. Bizim sohbetlerimiz Kur’an-ı Kerim’in de, Mesnevi-i Şerif’in de dışında değildir… Kalb yani gönül, Allah’ın evidir. Mürşid-i kâmiller de gönüllerinden gelen sese kulak verirler. Onun bütün vücudunu Sevgilisi sarmıştır ve içinden ne doğarsa, yolcusuna onu sunar. Yolcusunun cemâline bakar, gönlünü okur ve ona göre konuşur. Çünkü insan sohbetle aydınlanır… Her insan fitili ateşlenmemiş, yağ dolu bir lambaya benzer. Kâmil mürşidin vazifesi onun fitilini yakmaktır. Nasıl mı? Yolcuyu uyandırır, kişilik verir, yolcuya kendini tanıtır. O kendini tandıktan sonra Hakk’ı zikretmeye başlar. Peki sonra ne olur? O ateşi gördü ya, ne kadar Allah’ı zikrederse ve ona yönelirse, yavaş yavaş ışık onun vücudundan kendini gösterir, dışarı vurmaya başlar. O ışık yanınca yolcu uyanır, irşad olur.
3. Ayrılıktan parça parça olmuş kalp isterim ki, iştiyâk derdini açayım.
Hasan Dedemiz, “İnsandaki nefs, gönlü maddî istekler ve arzulara çeker, gönül ise esas yurduna iştiyâk duyar, mânâya doğru akar” der.
Ve yine bir yerde de, “Aşkı, aşktan başka hiçbir şey tefsir edemez. Aşkın sırrına ermeyen, maşukun hakikatini göremez. Aşk, anbean yanmaktır” der ve şöyle devam eder: “Hakk’a aşık olanın cismi, kalb gibidir. Aşıkın katında Allah’tan özgesi cehennemdir; ona kavuşmaktan başka bir istekle geçen ömür, yitip gitmiştir. Sevgilinin aşkına kapılmayan, zamanede helâk olmuş bitmiştir… Yolcu, mürşidinde Hazreti Muhammed Efendimizin, Hazreti Ali Efendimizin, Hazreti Mevlâna’nın nurunu görürse, ona imanla bakarsa yapılan sohbetlerde onları dinlemiş gibi olur. Dinlenen sohbetler onun ruhunda yer yapar ve dinleyenin iç âlemini temizler, başka bir âleme sürükler. Bu şekilde hizmetlerine devam eden, sevgisini çoğaltan yolcu, manevî aşkını yüceltirse, kısa zamanda insanlık vasıflarına erer. Erdikçe daha fazla yokluğa bürünür. Bu yolda ancak tam bir iman, aşk ve istekle çaba gösterilirse, Allah’ın güzelliklerine erilir.”
Nitekim Pirimiz Mevlâna, “Ben bir ney’e benzerim, yetmişiki millet sırrını benden dinler” diye buyurmuştur.