“Biz, Allah’a gönül vermişiz. O, bize ne kadar acılar da verse, biz yine, Allah deriz, başka bir şey demeyiz.” Hasan Çıkar Dede
230. Padişah o kanı şehvet uğrunda dökmedi. Sûizanda bulunma, münâkaşayı bırak!
231. Sen onun hakkında kötü ve pis iş işledi deyip fenâ bir zanda bulundun. Su süzülüp durulunca, berrak bir hâle gelince bu berraklıkta bulanıklık ve tortu kalır mı, süzülüş suda tortu bırakır mı?
232. Bu riyâzetler, bu cefâ çekmeler, ocağın posayı gümüşten çıkarması içindir.
233. İyinin, kötünün imtihanı, altının kaynayıp tortusunun üste çıkması içindir.
234. Eğer işi Tanrı ilhâmı olmasaydı o, yırtıcı bir köpek olurdu, padişah olmazdı.
235. Şehvetten de tertemizdi, hırstan da, nefs isteğinden de. Güzel bir iş yaptı, fakat zâhiren kötü görünüyordu.
236. Hızır, denizde gemiyi deldiyse de onun bu delişinde yüzlerce sağlamlık var.
237. O kadar nur ve hünerle beraber Musa’nın vehmi, ondan mahcuptu; artık sen kanatsız uçmaya kalkışma!
238. O, kırmızı güldür, sen ona kan deme. O, akıl sarhoşudur, sen ona deli adını takma!
239. Onun muradı Müslüman kanı dökmek olsaydı kâfirim, onun adını ağzıma alırsam!
240. Arş kötü kişinin övülmesinden titrer; suçlardan ve şüpheli şeylerden korunan kişi de kötü methedilince, metheden kişi hakkında fenâ bir zanna düşer.
241. O padişahtı, hem de çok uyanık bir padişah. Has bir zâttı, hem de Tanrı hası.
242. Bir kişiyi böyle bir padişah öldürürse onu, iyi bir bahta eriştirir, en iyi bir makâma çeker, yüceltir.
243. Eğer onu kahretmede yine onun için bir fayda görmeseydi; o mutlak lütûf, nasıl olur da kahretmeyi isterdi?
244. Çocuk, hacamatçının neşterinden titrer durur, esirgeyen ana ise onun gamından sevinçlidir.
245. Yarı can alır, yüz can bağışlar. Senin vehmine gelmeyen o şey yok mu? Onu verir.
246. Sen kendince aklından bir kıyas yapmaktasın ama çok, pek çok uzaklara düşmüşsün; iyice bak!
“Bazen maşuk, aşığa oyun eder, türlü türlü yollarla sınar. Bunun sebebi gerçek aşıkla, aşık olmayanı birbirinden ayırmak içindir. Çünkü o, has aşıklar ister. Her rüzgârda savrulan yaprak gibi olanı uzaklaştırır” der Hasan Dede.
Hazreti Şems de, Mevlâna’nın putlarını kırmak için onu türlü imtihanlara tâbî tutmuştur. Bu imtihanların başında; Hazreti Şems’in Mevlâna’yı meyhâneye göndermesi ve bir testi şarap almasını istemesi gelir; hikâye şöyle gelişir…
Bir gün Hazreti Şems, Mevlâna’dan meydandaki meyhâneye gitmesini ve kendisine bir testi şarap alıp getirmesini ister. Hazreti Mevlâna o güne kadar hiçbir meyhâneye girmemiş, şarap da ağzına koymamış; ama diğer taraftan Şems’e de ikrâr vermiş, gitmese olmaz.
Böylelikle Mevlâna meyhânenin yolunu tutar ve meyhâneye girer.
Meyhâneci karşısında Mevlâna’yı görünce çok şaşırır, “Buyrun Mevlâna Hazretleri, bir şey mi istediniz?” diye sorar.
Hazreti Mevlâna, “Bir testi şarap isteyecektim” diye sıkılarak cevap verir.
Meyhâneci, afallamış bir hâlde bir testi şarabı Hazreti Mevlâna’ya ikrâm eder. Mevlâna şarabı alır ve meyhâneden çıkar; sokakta kimse elindeki şarabı görmesin diye de şarabı cübbesinin altına saklar. Fakat, tam kalabalık halkın arasından geçerken, testi kayar, yere düşer ve kırılır. Her yer şarap olur. Etraftaki halk da bunu görünce aralarında söylenmeye ve ileri geri konuşmaya başlarlar. Biri der, “Mevlâna şarap mı içiyormuş”, öbürü der, “Yazıklar olsun, biz kime inanmışız, kime iman edip sözlerini dinlemişiz!”
Mevlâna’nın canı bu duyduklarına çok sıkılır. Eve dönünce, üzüntüden sakalları titreyerek çıkar Şems’in karşısına. Hazreti Şems, Mevlâna’nın bu hâlini görünce gülerek sorar, “Hayırdır Mevlâna nedir bu hâlin?”
Hazreti Mevlâna başına gelenleri olduğu gibi anlatır. Tabî ki Şems Hazretlerine her şey malûm, “O şişeyi gayb âleminden ben düşürdüm” der, “Şimdi söyle bana, seni halkın mı sevmesini istersin, yoksa Hakk’ın mı?”
Mevlâna, “Hakk’ın sevmesini isterim” diye yanıt verir. Bunun üzerine Hazreti Şems, “Ben de bunu seni halktan uzak etmek için yaptım” der.
Hazreti Şems, Mevlâna’yı buna benzer daha birçok imtihanlara tutmuştur.
Hasan Dede der ki: “Mevlâna, ‘Beni öldüren bende dirildi’ diye buyurur; bu çok mânâ dolu bir sözdür. Çünkü Şems olmak kolay değildir, herkes Şems’i taşıyamaz. Bir insan putlarını kırmadıktan sonra hakiki kimliğine ulaşamaz. Mevlâna, Hazreti Şems’in elinde piştikten sonra varlığı tamamiyle Şems oldu ve bir güneş gibi parladı… İnsanlık yolu, çok ince bir yoldur ve bu yolda nefsimiz bizim en büyük düşmanımızdır. Evet, düşmanımızdır ama, eğer biz ona uymazsak, o bize uymak zorunda kalır; en sonunda tamamiyle tertemiz ve güzel bir hâle gelir, dirilişe ulaşır.”
Rubaî:
“Güzelim aşkın, kan dökmeye kasdetti mi, canım, beden kafesinden uçar gider…
Şekerlere benzeyen dudaklarını öpme suçunu işlemeye imkân bulan, bu günâha girmezse kâfir olur.”