Nahîvciyle gemici hikâyesi.
Bir nahîv âlimi, gemiye binmişti. O kendini beğenmiş âlim, yüzünü gemiciye dönüp,
“Sen hiç nahîv okudun mu?” demişti. Gemici “Hayır” deyince demişti ki: “Yarı ömrün hiçe gitti.”
2835. Gemici, bu söze kızdı, gönlü kırıldı. Fakat susup derhâl cevap vermedi.
Derken rüzgâr gemiyi bir girdaba düşürdü. Gemici, o nahîv âlimine bağırdı,
“Yüzmeyi bilir misin, söyle!” Nahîvci “Bilmem bende yüzme arama” deyince gemici,
“Nahîv âlimi, bütün ömrün hiçe gitti. Çünkü gemi, bu girdapta batacak.
İyi bil, burada mahîv bilgisi lâzım, nahîv bilgisi değil. Eğer mahîv bilgisini biliyorsan tehlikesizce denize dal!
2840. Deniz suyu, ölüyü başında taşır. Fakat denize düşen adam diri olursa nerde kurtulacak?
Sen de eğer beşerîyet vasıflarından öldünse hakîkat sırları denizi, seni başının üstüne kor.
Ey âlim, sen halka eşek diyorsun, ama şimdi sen, eşek gibi buz üstünde kalakaldın.
İstersen dünyada zamanın allâmesi ol, hele şimdicik dünyanın yokluğunu da gör, zamanın yokluğunu da!” dedi.
Nahîvciyi, size yok olma nahvini öğretmek için hikâye arasında hikâye ettik.
2845. Fıkhı bilmeyi de yok olmada bulursun, nahvi tahsîl etmeyi de, sarftaki değişiklikleri de, ey yüce sevgilim!
O su testisi bizim bilgilerimizdi; halîfe de Tanrı bilgisinin Diclesi.
Biz dolu testileri Dicle’ye götürüyoruz. Böyle olduğu hâlde eşek olduğumuzu bilmezsek hakîkaten eşeğiz!
O Arap, bâri o hususta mâzurdu. Çünkü Dicle’yi bilmiyordu, çok uzaktaydı.
Bizim gibi Dicle’den haberi olsaydı o testiyi alıp konaktan konağa kona göçe götürmezdi.
2850. Hattâ Dicle’yi bilseydi o testiyi kırar, bu işten, tamamiyle vazgeçerdi.
Yunus Emre, selâm olsun üzerine, buyurur ki: “Bu akılla bu fikirle aradığın o yâri bulamazsın.”
Akıl insanı bir yere kadar vardırır, fakat ondan sonrası için aşk ve yokluk gereklidir. Yokluk, mahv yolunda âşığa en büyük hazinedir.
Misâl olarak, Hazreti Şems-i Tebrizî, selâm üzerine olsun, Makâlât isimli eserde yazılanlardan anlıyoruz ki, o, kitaplardan öğrenen bir zât değildir; fakat eğitimsiz de değildir, hattâ bir dönem medresede Kur’ân dersleri de vermiştir. Ve kitabın birçok bölümünde fıkıh bilgisinden bahseder, fakat Hazreti Şems için yokluk bilgisi daima en ön sırada gelir ve eserde şöyle buyurur:
“Kim tamamen ilim sahibi olmuşsa, tamamen Allah’tan mahrum kalmış ve tamamen kendisiyle dolmuştur. Daha yeni Müslüman olan Anadolulu bir Rum Allah’ın kokusunu duyar. Fakat insan eğer dolmuşsa, binlerce elçi gelse onu boşaltamaz.”
Nitekim, Kur’ân-ı Kerîm’de, Tekasûr sûresinin ilk iki âyetinde şöyle buyrulur: “Oyalandınız biriktirdiklerinizle, varıncaya dek kabirlerinize.”
Ne güzel söyler Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, “Yok olmadıkça hiç kimseye ululuk tapısına varmaya yol yoktur. Göklere yücelme nedir? Şu yokluk. Âşıkların yolu da yokluktur, dini de.”
Hasan Dede, selâm olsun üzerine, hakîkat bilgisiyle dolmak için sahip olduğumuz bütün bilgilerden kurtulmamız gerektiğini anlatır: “Dolu olan bir kap boşaltılmadıkça tekrar doldurulamaz. Ancak boşaldığı miktarı kadar dolar. Eğer sizler Hakk ve hakîkatin bilgisi ile dolmak istiyorsanız, önce mevcut bilgi ve kalıplardan kurtulmalısınız. Eski giysileri çıkarmadıkça yenileri giyemezsiniz, giyseniz de üzerinize oturmaz, sizi sıkıp rahatsız eder.”
Ve yine bir başka yerde insanın bedenini bir testiye ve ruhanîyetini de suya benzeterek şöyle der: “İnsan gerçekte sudur, ancak testi olduğunu zannediyor… Yolu açan kişinin bedeni bir testi, bir gün gelecek o testi kırılacak. Testideki su, yâni ruhun, açılan yola dökülecek. Yol açıksa denize kavuşacak, aslını bulacak. Açılamamışsa o su toprağa gidecek, toprak olacak… Eğer bunları duyup bildiğin hâlde hâlâ tembellikte direniyorsan, özüne zulmetmiş olursun, kayba gidersin.
Damlalar, denize düştükleri vakit deniz olurlar, damlalıktan çıkarlar. Ama denizin köpüğü devamlı denizin üzerinde oynar, çünkü arka arkaya gelen dalgalar onu rahat bırakmaz… Bu demek oluyor ki, köpük olarak kaldın mı, dalgalar seni oradan oraya sürükler, ama deniz oldun mu, artık orada nereden nereye yol vardır? Orası birlik ve emînlik âlemidir.
Unutmamak gerekir ki, topraktan biten güller, gün gelir mahvolur gider. Gönülde biten güller ise daimîdir ve hoştur. Bütün dâvâ, Hüdâvendigâr Mevlâna’nın, ‘Ey sâkî! Senin işin gücün, ikiliği def etmektir. Gel, gel de, elime o birlik kadehini, o tek kadehi sun; ayrılığı, aykırılığı ortadan kaldır!’ diye buyurduğu gibi, birliğe koşmaktır. Çünkü insanlıktan maksat her şeyi birlemektir. Kudret ve kuvvetin Allah’a mahsus olduğunu bilmektir.”