“Yine zevrâk-ı derûnum kırılıp kenare düştü.
Dayanır mı şişedir bu reh-i seng sâre düştü.” Şeyh Gâlib
Hasan Çıkar Dede, Şeyh Gâlib Hazretleri’nin bu dizelerini şöyle yorumluyor… “Öyle bir coşku var içimde ki, ama karşımda beni anlayacak, kemâlâta ermiş insan yok. Senin esrâr-ı rengin, yani kâinatı yarattın girdin içime, nasıl anlatayım ki seni ben.”
2865. Mânâ kapısını döversen açarlar. Fikir kanadını terket ki seni iri bir doğan hâline getirsinler.
Fikir kanadı, çamurlara bulanmıştır, ağırdır. Sen toprak yemeğe alışmışsın; onun için toprak, sana can gibi geliyor.
Ekmek, et… Bunlar topraktır, bunları daha az ye de toprak gibi yeryüzünde kalma.
Acıkınca kızgın geçimsiz, aslı kötü bir köpek oluyorsun.
Karnın doyunca murdârlaşıyor, ayak üstünde duran ve hiçbir şeyden haberi olmayan bir duvar kesiliyorsun.
2870. Şu hâlde sen bir zaman pis, murdâr bir hâle geliyor, bir zaman köpekleşiyorsun. Arslanların yolunda nasıl yürüyebilecek, nasıl koşup seğirteceksin?
Sana avlanmakta yarayan ancak köpektir. Bunu böyle bil de köpeğe daha az miktarda kemik at!
Çünkü köpeğin karnı doyarsa daha ziyâde serkeşleşir. Bu serkeşlikle ava istediğin gibi gider mi?
Bu beyitlerde Hazreti Pîr’in bahsettiği ‘köpek’ten maksat, hayvanî nefstir. Hayvanî nefs doyum nedir bilmez, ne kadar beslersen, daha yok mu der…
İşte Mevlâna’mız diyor ki: “Besleme şol tenini tabuta buryân edersin; besle rûhanîyetini semâvata yücelesin.”
Yaşamı idâme ettirmek için tabî ki besleneceğiz, fakat Hazreti Pîr’imizin, “Sana avlanmakta yarayan ancak köpektir. Bunu böyle bil de köpeğe daha az miktarda kemik at! Çünkü köpeğin karnı doyarsa daha ziyâde serkeşleşir. Bu serkeşlikle ava istediğin gibi gider mi?” diye buyurduğu üzere haddinden fazla nefsimizi beslersek, gaflet perdesini kalınlaştırmış oluruz ve böylece mânevîyattan uzaklaşırız.
Mısrî Niyâzî Hazretleri de şöyle sesleniyor bizlere… “Şol ki gafletle yatup etmez taleb, gövdesinde yok mu ola canı aceb. İşte vahdet gülleri açıldı hep, bülbülün efgân edecek çağıdır.”
Kasîde:
“Sevgilim; gönlünde ne var ki, tatlı tatlı gülüyorsun? Görüyorum ki, bugün, seher vakti gibi pek hoşsun, neşelisin, gülüyorsun! Dün gece kiminle beraberdin; söyle bakalım!
Ey bahara benzeyen güzel varlık; dünya, senin güzel dudaklarının yüzünden gülmede! Sen, yaseminler arasında bir çiçek gibi açılmışsın; çiçek açmış ağaç gibi gülüyorsun!
Mest bir hâlde, güle oynaya Hakk âşıkları meyhânesinden geliyorsun; hakîkati sezmiş, hayatın mânâsını anlamışsın da, bir kıvılcım gibi, dünyanın hayrına da, şerrine de gülüp duruyorsun!
Anlıyorum ki, senin göbeğini Allah, gül gibi gülerek kesmiş de, bu yüzden hiç somurtmuyorsun, suratını asmıyorsun; hep gülüp duruyorsun! Fakat, ey ay yüzlü sevgili, bugün sen, bir başka türlü gülüyorsun!
Sonbaharda, bağlardaki bahçelerdeki bütün ağaçlar yapraklarını dökerler ve kuru dallar da soğuktan donmuş bir hâlde rüzgârda titreşir dururlar! Lâleler de, güller de, solarlar, ölür giderler! Fakat sevgili, sen hangi bağın, hangi bahçenin gülüsün ki, kış mevsiminde bile solmuyorsun, dâima gülüyorsun?
Seni neye benzeteyim, bilmem ki? Sen, hava atına binmiş bir misk kokususun; atını kırlarda, ovalarda koşturuyor, her tarafa güzel kokular yayıyorsun! Sen, güzellikte göz kamaştıran bir güneşsin; çok uzaklardan, kendini göstermeden, ayın hasta, solgun ışıklarına bakıp gülüyorsun!
Sen, apaçık görülen bir yakînsin, tam inançsın! Artık sen, zanna da, şüpheye de, taklide de gülüyorsun; tamamıyla görüş olmuşsun da, rivâyete de, habere de gülüyorsun!
Sonsuzluk makâmında gören de sensin, görünen de sen! Bu yüzden gerçeği anlamışsın da, yola da gülüyorsun, yolcuya da; göçe de gülüyorsun, sefere de! Sonsuzluk makâmında bütün bunlar gülünç olur!
Yoklukla yok oluş arasından varlık başını meydana çıkardın da, başa da gülüyorsun, tâca da, hükümdârlık kemerine de gülüyorsun!
Bütün halk, bütün insanlar, bir türlü doymayan aç köpek gibi, ağzını, dünya lokması kapmak peşinde açmış. Sense, öyle bir arslansın ki, insanların bu açlığına, doymazlığına gülüyorsun!”