MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CCXXIV

“Yine zevrâk-ı derûnum kırılıp kenare düştü.

Dayanır mı şişedir bu reh-i seng sâre düştü.” Şeyh Gâlib

Hasan Çıkar Dede, Şeyh Gâlib Hazretleri’nin bu dizelerini şöyle yorumluyor… “Öyle bir coşku var içimde ki, ama karşımda beni anlayacak, kemâlâta ermiş insan yok. Senin esrâr-ı rengin, yani kâinatı yarattın girdin içime, nasıl anlatayım ki seni ben.”

2865. Mânâ kapısını döversen açarlar. Fikir kanadını terket ki seni iri bir doğan hâline getirsinler.

Fikir kanadı, çamurlara bulanmıştır, ağırdır. Sen toprak yemeğe alışmışsın; onun için toprak, sana can gibi geliyor. 

Ekmek, et… Bunlar topraktır, bunları daha az ye de toprak gibi yeryüzünde kalma.

Acıkınca kızgın geçimsiz, aslı kötü bir köpek oluyorsun.

Karnın doyunca murdârlaşıyor, ayak üstünde duran ve hiçbir şeyden haberi olmayan bir duvar kesiliyorsun.

2870. Şu hâlde sen bir zaman pis, murdâr bir hâle geliyor, bir zaman köpekleşiyorsun. Arslanların yolunda nasıl yürüyebilecek, nasıl koşup seğirteceksin?

Sana avlanmakta yarayan ancak köpektir. Bunu böyle bil de köpeğe daha az miktarda kemik at!

Çünkü köpeğin karnı doyarsa daha ziyâde serkeşleşir. Bu serkeşlikle ava istediğin gibi gider mi?

Bu beyitlerde Hazreti Pîr’in bahsettiği ‘köpek’ten maksat, hayvanî nefstir. Hayvanî nefs doyum nedir bilmez, ne kadar beslersen, daha yok mu der… 

İşte Mevlâna’mız diyor ki: “Besleme şol tenini tabuta buryân edersin; besle rûhanîyetini semâvata yücelesin.”

Yaşamı idâme ettirmek için tabî ki besleneceğiz, fakat Hazreti Pîr’imizin, “Sana avlanmakta yarayan ancak köpektir. Bunu böyle bil de köpeğe daha az miktarda kemik at! Çünkü köpeğin karnı doyarsa daha ziyâde serkeşleşir. Bu serkeşlikle ava istediğin gibi gider mi?” diye buyurduğu üzere haddinden fazla nefsimizi beslersek, gaflet perdesini kalınlaştırmış oluruz ve böylece mânevîyattan uzaklaşırız. 

Mısrî Niyâzî Hazretleri de şöyle sesleniyor bizlere… “Şol ki gafletle yatup etmez taleb, gövdesinde yok mu ola canı aceb. İşte vahdet gülleri açıldı hep, bülbülün efgân edecek çağıdır.”

Kasîde:

“Sevgilim; gönlünde ne var ki, tatlı tatlı gülüyorsun? Görüyorum ki, bugün, seher vakti gibi pek hoşsun, neşelisin, gülüyorsun! Dün gece kiminle beraberdin; söyle bakalım!

Ey bahara benzeyen güzel varlık; dünya, senin güzel dudaklarının yüzünden gülmede! Sen, yaseminler arasında bir çiçek gibi açılmışsın; çiçek açmış ağaç gibi gülüyorsun!

Mest bir hâlde, güle oynaya Hakk âşıkları meyhânesinden geliyorsun; hakîkati sezmiş, hayatın mânâsını anlamışsın da, bir kıvılcım gibi, dünyanın hayrına da, şerrine de gülüp duruyorsun!

Anlıyorum ki, senin göbeğini Allah, gül gibi gülerek kesmiş de, bu yüzden hiç somurtmuyorsun, suratını asmıyorsun; hep gülüp duruyorsun! Fakat, ey ay yüzlü sevgili, bugün sen, bir başka türlü gülüyorsun!

Sonbaharda, bağlardaki bahçelerdeki bütün ağaçlar yapraklarını dökerler ve kuru dallar da soğuktan donmuş bir hâlde rüzgârda titreşir dururlar! Lâleler de, güller de, solarlar, ölür giderler! Fakat sevgili, sen hangi bağın, hangi bahçenin gülüsün ki, kış mevsiminde bile solmuyorsun, dâima gülüyorsun? 

Seni neye benzeteyim, bilmem ki? Sen, hava atına binmiş bir misk kokususun; atını kırlarda, ovalarda koşturuyor, her tarafa güzel kokular yayıyorsun! Sen, güzellikte göz kamaştıran bir güneşsin; çok uzaklardan, kendini göstermeden, ayın hasta, solgun ışıklarına bakıp gülüyorsun!

Sen, apaçık görülen bir yakînsin, tam inançsın! Artık sen, zanna da, şüpheye de, taklide de gülüyorsun; tamamıyla görüş olmuşsun da, rivâyete de, habere de gülüyorsun!

Sonsuzluk makâmında gören de sensin, görünen de sen! Bu yüzden gerçeği anlamışsın da, yola da gülüyorsun, yolcuya da; göçe de gülüyorsun, sefere de! Sonsuzluk makâmında bütün bunlar gülünç olur!

Yoklukla yok oluş arasından varlık başını meydana çıkardın da, başa da gülüyorsun, tâca da, hükümdârlık kemerine de gülüyorsun!

Bütün halk, bütün insanlar, bir türlü doymayan aç köpek gibi, ağzını, dünya lokması kapmak peşinde açmış. Sense, öyle bir arslansın ki, insanların bu açlığına, doymazlığına gülüyorsun!”

MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXLII

“Maşallahu kan” sözünün tefsîri.

Bunların hepsini söyledik ama Tanrı inâyetleri olmadıkça Tanrı yolunda hiçiz, hiç!

Tanrı’nın ve Tanrı erlerinin inâyetleri olmazsa… melek bile olsa defteri kapkaradır.

Ey Tanrı, ey ihsânı hâcetler revâ eden! Sana karşı hiçbir kimsenin adını anmak lâyık değil.

1875. Bu kadarcık irşâd kudretini de sen bağışladın, şimdiye kadar nice ayıplarımızı örttün.

Ezelde bağışladığın irfân katresini, denizlerine ulaştır.

Canımdaki, bir katre ilimden ibarettir; onu ten havasından, ten toprağından kurtar!

Bu topraklar, onu örtmeden; bu rüzgârlar, onu kurutmadan önce sen hâlâs et!

Gerçi rüzgârlar, onu kurutsa, mahvetse bile sen, onlardan tekrar kurtarmaya ve almaya kâdirsin.

1880. Havaya giden, yâhut yere dökülen katre, senin kudret hazinenden nasıl kaçabilir?

Yok olsa, yâhut yokluğun yüz kat dibine girse bile sen onu çağırınca başını ayak yapıp koşar.

Yüzbinlerce zıt, zıddını mahveder; sonra senin emrin yine onları varlık âlemine getirir.

Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, bir hâdîs-i şerîfinde şöyle buyurur: “Maşallahu kane ve ma lem yeşe’lem yekûn – Allah’ın dilediği oldu, dilemediği hiçbir şey olmadı.”

“Ey Tanrı, ey ihsânı hâcetler revâ eden! Sana karşı hiçbir kimsenin adını anmak lâyık değil.”

Ahmed Avni Konuk, ruhu şâd olsun, bu beyitin tefsîrinde şöyle açıklama yapar: “Cenâb-ı Pîr Efendimiz bu beyiti, ‘Hep O’ndandır’ meşrebinde olanların zevkine göre buyurmuşlardır. Zîrâ ehl-i tasavvufta iki nazâr vardır; bir tâife ‘Hep O’dur’ derler, bir tâife de ‘Hep O’ndandır’ derler. Ehl-i hakîkat nazârında ise her iki meşreb dahî bir şeydir, aralarında asla fark yoktur. Fakat her tâifenin nazârlarına göre her ikisi de doğrudur.”

İnsanın zâhiri, dört ana sırdan ibarettir. Hasan Dede, selâm üzerine olsun, bununla ilgili şöyle buyurur: “Ey insan! Dört ana sırrın sahibisin. Birinci ana sır, vücudundaki harâret; güneşten bir parça. İkinci ana sır, vücudundaki su; denizden bir parça. Üçüncü ana sır, deri ile kemik; topraktan bir parça. Dördüncü ana sır, nefes; semâvattan bir parça. Bu dördü senden ayrılıp aslına gidecek. Peki sen nereye gideceksin?..”

Mısrî Niyâzî Hazretleri, selâm olsun üzerine, dört ana sırrı şu beyitleriyle dile getirir:

“Devr edip geldim cihana yine bir devrân ola,

Ben gidem bu ten sarayı yıkılıp virân ola,

Dört yanımdam âb u bâd u nâr u hâk edip hücum,

Benliğim onlar alıp bu varlığım tâlân ola.”

Hasan Dede, Sultan Ulemâ Hazretleri’nden şöyle bir menkîbe anlatır: “Bir gün Sultan Ulemâ Hazretleri, talebelerine şöyle bir soru yöneltiyor: ‘Sizi Allah’tan kim ayırdı biliyor musunuz?’ 

Talebeleri cevap veriyorlar: ‘Bilmiyoruz Efendi Hazretleri, siz anlatırsanız bilebiliriz.’ 

Sultan Ulemâ Hazretleri bu cevap üzerine, onlardan bir kova su istiyor, onlar da getiriyorlar. Talebelerinden birine, kovadaki suyu toprağa dökmesini emrediyor, o da suyu toprağa döküyor. Bir kova su daha istiyor, onu da nehire dökmesini emrediyor, onu da nehire döküyor. 

Sonra şöyle buyuruyor: ‘Kovadan maksat vücudunuz, sudan maksat ruhunuzdur. Dünyaya meyil verirseniz ruhunuz toprağa gidecek, ayak altı olacaksınız. Eğer Hakk ile yaşamınızı sürdürürseniz tekrar aslınıza döneceksiniz. Allah anıldıkça siz de anılacaksınız’..”

Esrar Dede, selâm üzerine olsun, “Bir gönülde sevgi ateşi, aşk yoksa, o gönül karanlıklarda kalmıştır. Allah’ın nurundan haberi yoktur!” der.

İşte Yüce Pîr Mevlâna da bir kasîdesinde şöyle seslenir bizlere…

“Kimin gönlünde bu aşktan eser yoksa, o Allah’ın nazârında çer çöptür, taştır, topraktır. 

Aşk, taşın gönlünden su fışkırtır. Aşk, gönül aynasındaki tozu, toprağı giderir. 

Kâfirlik, Hakk’ın ‘Celâl’ isminin tecellîsi gereği savaşmaya, insanları birbirine kırdırmaya geldi. İman ise, Hakk’ın ‘Cemâl’ isminin tecellîsi gereği barışmaya, insanları birbirine sevdirmeye geldi. Fakat aşk, savaşı da, barışı da ateşe vermek için geldi. 

Aşk, gönül denizinden baş kaldırır, ağzını açarsa, timsah gibi iki dünyayı da yutuverir. 

Aşk, arslan gibidir. Ne hiledir, ne de kurnazlıktır. O bazen tilkileşip, bazen kaplanlaşmaz. 

Aşktan yardım üstüne yardım gelince, can kapkaranlık, dapdaracık bedenden kurtulur. 

Aşk, daha başlangıçta bile baştan başa şaşkınlıktır, hayran olmaktır. Akıl, aşka karşı şaşırır kalır. Can ise abdallaşır. 

Ey seher rüzgârı! Benim gönlüm bende değil Tebriz’dedir. Daima eserek Şems Hazretlerine bizim hizmetimizi bildir.”