“Her bir gül ki içeride kokusu olur; o gül, esrâr-ı gülden söyleyici olur.” Mevlâna
1895. Koku sana kılavuz ve rehberdir. Seni tâ ebedî cennete ve kevser ırmağına götürür.
Koku, göze ilaçtır, nurunu artırır. Yakub’un gözü, bir kokudan açıldı.
Kötü koku, gözü karartır. Yusuf’un kokusu ise göze nur verir.
Yusuf değilsen bari Yakub ol; onun gibi matlûbuna erişmek için ağla!
Hâkim-i Gaznevî’nin şu nasihatini dinle de eski vücudunda bir yenilik bul:
1900. Naz için gül gibi bir yüz gerek, öyle bir yüzün yoksa kötü huyun etrafında dönüp dolaşma, nazlanma!
Çirkin ve sarı bir yüzün nazı da çirkindir. Gözün hem kör, hem de hastalıklı oluşu müşküldür.
Yusuf’a karşı nazlanma, güzellik iddia etme! Yakubcasına niyâz etmek ve ah eylemekten başka bir şey yapma!
Dudunun ölümünün mânâsı niyâzdı. Sen de niyâz ve yoksullukta kendini ölü yap!
İsa’nın nefesi seni diriltsin, kendisi gibi güzel ve mutlu hâle getirsin!
1905. Baharların tesiriyle taş yeşerir mi? Toprak ol ki renk renk çiçekler bitiresin.
Yıllarca gönüller yırtan, kalplere elem veren taş oldun; bir tecübe et de, bir zaman da toprak ol!
Yüce Pîr Mevlâna ne güzel söyler, selâm olsun üzerine… “Ey insan, Allah’a yakın olmak istersen, kendini toprağa benzet. Toprağı herkes çiğner basar, toprakta türlü türlü çiçekler yeşerir, Âdemoğlu başına taç yapar.”
En güzel koku gül kokusu, yâni Hazreti Muhammed Efendimizin kokusudur. O’nun tertemiz, mânâ dolu hakîkat sözleridir.
Yüce Pîr Mevlâna’ya sormuşlar: “Hazreti Muhammed cihanın gülü idi. Bu güzel gül soldu, gitti. Şimdi biz o kokuyu nereden alacağız?”
Hazreti Pîr hiç tereddüt etmeden, “Gülün kokusunu gülsuyundan alacaksınız. O gülsuyu bizleriz. O kokuyu Evliyâullah’tan alacaksınız. Hazreti Muhammed’den ne öğrenmek istiyorsanız bize sorarsınız” diye cevaplamış.
“Cenâb-ı Mevlâna, son nefesine kadar Hazreti Muhammed Efendimizi yaşatmaya yola çıkmıştır” der Hasan Dede, selâm üzerine olsun, ve, “Hakîki bir gül hem güzel renkli hem de güzel kokuludur; ama eğer aşılanmamışsa ne güzel bir rengi olur ne de kokusu. Bir insan da, bir velînin yaşamını araştırıp, onu kendisine bende etmeye çalışırsa oradan aşı alır, insanlık kokmaya başlar” diye buyurur.
Nitekim, âyet-i kerîmede de, “Müjdeci gelip de gömleği Hazreti Yakub’un gözlerine sürdüğü vakit, ağlamaktan gözleri açıldı, görmeye başladı” diye buyrulur. (Yusuf, 96)
Hakk’ın tâlipleri de, kâmil bir mürşidin huzuruna gelip, onun sohbetlerinde sunduğu hakîkatleri dinleyince, kalb gözleri açılır, görmeye başlarlar. Çünkü kâmil mürşidin sözleri ruha hitâb eder, gönüle hitâb eder. Bir bakıma, mürid Yakub gibidir; Yusuf ise mürşid-i kâmil.
Zîrâ, Mevlâna’nın Yusuf’u, Şems’tir ve bir gazelinde şöyle seslenir: “O gülün kokusuyla açıldı Yakub’un gözü; bizim Yusuf’umuzun kokusunu getiren rüzgârı da hor görme, can Yusuf’u kimdir? Tebrizli padişah Şems…”
Kasîde:
“Hepsi de yediler, içtiler, gittiler. Bir ben kaldım, bir de sen! Beni buldun, artık ham kişinin sohbetini arama!
Gönül evi, güzel ay yüzlülerle doludur. Bunların bir kısmı, Züleyhâ yüzlü, bir kısmı da Yusuf yüzlüdürler.
Ey aşk! Ben senin kulunum, sen pek güzelsin, iyi huylusun. Senin yüzün de güzel, huyun da!
Sen, meclisin neşesisin, heyecanısın. Herkesin âb-ı hayatısın. Senin yüzünden herkes bayağı duygulara, boğaza düşkünlüğü unutmuş, baştan başa gönül hâlini almıştır.
Ey gönül Senin gözün benim gözümden daha keskin. Bana söyler misin? Şu yolun başında duran, yüzü güneş gibi, ay gibi parlak olan kimdir?
Yoksa o, aşk mıdır? O, zaten insana benzemiyor. Padişahlar bile onun kapısında köle olmuştur.
Güneş de gök de ondan parıltı çalmış, Yusuf güzelliğini, gömleği de kokusunu ondan almıştır.”