“O seçilmiş erin ayak bastığı toprağı gözüne sürme gibi çek; o toprak, gözünü hem yakar, hem aydınlatır.” Mevlâna
195. O garip kişi (kuyumcu) yoldan gelince, hekim, onu padişahın huzuruna götürdü.
196. Tarâz mumunun başı ucunda yanıp yakılması için onu, padişahın yanına izzet ve ikrâmla iletti.
197. Padişah, onu görünce pek ağırladı, altın hazinesini ona teslim etti.
198. Sonra hekim dedi ki: “Ey büyük sultan, o câriyeciği bu tacire ver;
199. Ki visâliyle iyileşsin, visâlinin suyu o ateşi gidersin.”
200. Padişah, o ay yüzlüyü kuyumcuya bahşetti, o iki sohbet müştâkını birbirine çift etti.
201. Altı ay kadar murat alıp murat verdiler. Bu suretle kız da tamamiyle iyileşti.
202. Ondan sonra hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı, kuyumcu içti, kızın karşısında erimeye başladı.
203. Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden âzâd oldu, ondan vazgeçti.
204. Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu.
205. Ancak zâhirî güzelliğe ait bulunan aşklar aşk değildir, Onlar nihâyet bir âr olur.
206. Keşke kuyumcu baştan başa ayıp ve âr olsaydı, tamamiyle çirkin bulunsaydı da başına bu kötü hâl gelmeseydi.
Abdülbâki Gölpınarlı, 196. beyitte geçen Tarâz mumu ile ilgili şu bilgiyi vermektedir: “Tarâz, Çin sınırlarında bir şehir ve Bedâhşan’da bir il adıdır. Hem o şehrin, hem bu ilin güzelleri pek çok olduğundan doğu klâsik edebiyatında güzeller, çevreyi ışıtan Tarâz mumuna benzetilir. Aynı zamanda misk’in en makbûlünün de Tarâz’dan geldiği söylenir.”
Mevlâna, “Eğer sen Hakk yolunda yürürsen, senin yolunu açarlar, kolaylaştırırlar. Eğer Hakk’ın varlığında yok olursan, seni gerçek varlığa döndürürler. Benlikten kurtulur, alçak gönüllü olursan, o kadar büyürsün ki âleme sığmazsın. İşte o zaman seni, sensiz, sen olmaksızın sana gösterirler” diye buyurur.
Hekimin, yâni kâmil mürşidin de maksadı, aslen Tarâz mumu gibi olan müridin özündeki gerçek varlığını göstermekti. Fakat müridin bunu görebilmesi için dünyevî heves ve isteklerden arınması gerekmekteydi.
Hasan Dedemizin, “Nefsle karışık aşk insanı zillete, Allah’la karışık olan aşk, devlete götürür” diye buyurduğu gibi; Pîrimiz Mevlâna da bizlere şöyle seslenir: “Ruhların aşağılanması, bedenler yüzündendir. Bedenlerin yüceliği, ruhlardandır!.. Ey aşıklar, arı-duru şarap sizindir, size sunulur. Bakî olan sizsiniz, bekâ sizindir! Ey yüreklerinde aşk derdi olmayanlar! Kalkın aşık olun… İşte Yusuf’un kokusu gelmekte, hemen koklayın, o kokuyu alın!”
Kâmil mürşidin mucizevî nefesi, yâni sohbetleri, Yusuf’un gömleğinin kokusu gibidir; o kokuyu alan müridin gözlerinden körlük gider; o koku, müridin gönlüne hayat gibi tesir eder, gözünü bağlayan tüm hayallerden kurtulur.
Nitekim hikâyede, ‘hekim, kuyumcuya bir şerbet yaptı; kuyumcu içti, kızın karşısında erimeye başladı. Hastalık yüzünden kuyumcunun güzelliği kalmayınca kızın canı, onun derdinden âzâd oldu, ondan vazgeçti. Kuyumcu, çirkinleşip hastalanınca, yüzü sararıp solunca kızın gönlü de yavaş yavaş ondan soğudu.’
Abdülbâki Gölpınarlı, 205. beyitin tefsirinde buyuruyor ki: “Bir renk ucundan meydana gelen aşk, geçici aşktır; gerçek aşka dönüşmezse, sevgilinin güzelliğinin geçmesi, yaşlanması, çirkinleşmesi yüzünden o aşk da söner gider; yahut sevilen kişiyle buluşma yüzünden sahibine bir ayıp, bir suç olur ve o da geçer gider, vebâli kalır.”
“Şekle dayanan her şey, bir gün şeklini kaybeder. İki dünyada da kurtuluş sevgiyle olur, aşkla olur” der Hasan Dedemiz.
Mevlânamızın da buyurduğu gibi… “Çalış da taşlığın azalsın, la’l ol da taşın nurlansın. Savaşmada, zahmet çekmede sabırlı ol da anbean yoklukta varlık bul. Sendeki taşlık sıfatı azalsın, la’l sıfatı kuvvetlensin. Bedenden varlık sıfatı gitsin, başındaki sarhoşluk çoğalsın. Kulak gibi tamamiyle kulak ol da sana la’l küpe takılsın.”