Vezirin “Halveti terk etmem” diye cevap vermesi.
591. Vezir dedi ki: “Delillerinizi kısa kesiniz; nasîhatimi, can ve gönülden dinleyiniz.
592. Emîn isem, emîn adam ithâm edilmez göğe ver desem bile!
593. Eğer ben mahzı kemâl isem kemâli inkâr nedir? Değilsem bu zahmet, bu eziyet ne oluyor?
594. Ben bu hâlvetten çıkmayacağım. Çünkü kalb ahvâliyle meşgûlüm.”
Müritlerin vezire yalvarması.
595. Hepsi birden dediler ki: “Ey vezir, inkâr etmiyoruz, bizim sözümüz ağyârın sözü gibi değildir.
596. Ayrılığından gözyaşlarımız akmakta, canımızın tâ içinden ah u vahlar coşmakta!
597. Çocuk, dadısıyla kavga etmez. Gerçi ne kötüyü bilir, ne iyiyi… Fakat boyuna ağlar durur!
598. Biz çeng gibiyiz, sen mızrab vurmaktasın; inleme bizden değil, sen inliyorsun!
599. Biz ney gibiyiz, bizdeki nağme senden. Biz dağ gibiyiz, bizdeki sadâ senden.
600. Kazanıp kaybetmede olan satranç oyunu gibiyiz. Ey huyları güzel! Bizim kazanıp kaybetmemiz sendendir.
601. Ey bizim canımıza can olan! Biz kim oluyoruz ki seninle ortada olalım, görünelim!
602. Biz yokuz. Varlıklarımızı, fânî suretle gösteren, vücudu mutlak olan sensin.
603. Biz umûmîyetle arslanlarız ama bayrak üstüne resmedilmiş arslanlar!
604. Onların zaman zaman hareketleri, hamleleri rüzgârdandır.
605. Hareketimiz de, varlığımız da senin vergindir. Varlığımız umûmîyetle senin icâdındır.
606. Yoksa, varlık lezzetini gösterdin. Yok olanı kendine aşık eylemiştin!
607. O inâm ve ihsânın lezzetini… mezeyi, şarabı ve kadehi esirgeme!
608. Esirgersen kim arayıp tanıyabilir? Nakış nakkaşla nasıl mücâdele eder?
609. Bize, bizim efâlimize bakma; kendi ikrâmına, kendi cömertliğine bak!..
Abdülbâki Gölpınarlı şöyle buyurur: “Mevlâna, bu beyitlerde kendisini çenge, neye, satranca benzetmekte, sesin mızraptan, soluktan meydana geldiğini, kazanıp matolmanın satranca ait bulunmadığını bildirmekte ve nihâyet ‘Biz yoklarız, bizim varlıklarımız geçici şekiller izhâr eden, Mutlak Varlık olan sensin ancak’ deyip varlıkları arslanlar, fakat bayraklardaki arslan resimleri saymakta, hareketleinin rüzgârdan meydana geldiğini anlatmakta, bir nevî Vahdet-i Vücud inancını izhâr etmektedir.”
Hasan Dede, “Vahdet-i Vücud, insanın kendisi yok olunca ortada yalnız Allah’ın varlığının kalmasıdır” der ve “Fakat bu yokluk, öbür yokluklar gibi değildir. Yok olduğumuz varlık, yâni Allah, ebedî ve ezelî olduğu için, biz de onunla birlikte ebedî ve bakî oluruz” diye açıklar.
Hazreti Mevlâna da bir kasîdesinde şöyle seslenir…
“Ben, bende değilim, ben elden gittim. Yoluma kadehleri koyma! Eğer korsan, üstüne ayağımı basar, hepsini kırar geçiririm.
Gönlüm her nefeste senin hayalinin rengine boyanır. Eğer siz sevinçliyseniz ben de sevinirim, mahzûnsanız, ben de mahzûn olurum.
Acılık ederseniz ben de acı olurum. Lütûflarda, ihsânlarda bulunursanız, ben de lütûflarda ve ihsânlarda bulunurum.
Ey güzel yüzlü sevgili; seninle her şey hoştur, güzeldir. Asıl olan sensin, ben kimim? Ben senin elinde bir aynayım. Sen her ne gösterirsen, ben oyum…”
İnsan, her nefeste her an ölüyor ve diriliyor. Yâni demek oluyor ki, ölüm ve yaşam her anda gerçekleşiyor.
Hasan Dede der ki: “Nefes, insanın ağzından çıkarken, ‘Ben kimim?’ diye sorar. Bizler de ruhen, ‘Rabbimsin’ deriz. O da tekrar bize geri döner. Yâni devamlı Rabbimizle bir alışveriş içindeyiz. O nefesle hayattayız.”
Beyit:
“Tevhidde, isteyenle istenilenin sıfatlarını ayrı gören kimse, ne isteyen olmuştur, ne de istenilen.
Allah’ı kim tanır?
– İnkârdan kurtulan kimse.
İnkârdan kim kurtulmuştur?
– Elest meclisinde, Hakk’a karşı ruh zerrelerinin ‘Evet, Rabbimizsin’ cevabının özünü gören aşık…”