MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/L

Müritlerin, hâlveti terk et diye tekrar ısrarla yalvarışları.

578. Hepsi dediler ki: “Ey bahane arayan hâkim, bu cefâyı bize revâ görme!

579. Hayvana tâkâti derecesinde yük yüklet. Zayıflara iktidârları nispetinde iş havâle et!

580. Her kuşun yiyeceği lokma, kendine göredir. Nasıl olur da her kuş bir inciri yutabilir?

581. Çocuğa süt yerine ekmek verirsen zavallı yavruyu o ekmek yüzünden öldü bil!

582. Ondan sonra dişleri çıkınca kendi kendine onun içi ekmek ister.

583. Henüz kanadı çıkmayan kuş uçmaya kalkışırsa her yırtıcı kedinin lokması olur.

584. Ama kanatlanınca o kendisi teklifsizce, iyi ve kötü ıslık olmaksızın uçar.

585. Senin sözün şeytanı susturur, senin lütûf ve keremin, bizim kulağımıza akıl ve fehîm verir.

586. Söyleyen, sen olunca kulağımız, tamam akıldan ibârettir. Mâdemki deniz sensin, kurumuz da denizdir!

587. Ey Simâk burcundan balığa kadar her şey, kendisinden nurlanmış olan!

588. Seninle olunca yer, bize gökten daha iyidir. Sensiz, biz göğün tâ üstünde bile karanlık içindeyiz. Ey ay! Gayrı bu felek, nedir ki seninle mukâyese edilebilsin?

589. Göklerin suretâ yüksekliği var. Mânâ yüzünden yükseklik, temiz ruhundur.

590. Suretâ yükseklik, cisimlerindir, fakat mânâ huzurunda cisimler, isimlerden ibarettir.”

Peygamber Efendimiz, bir hadîsinde, “Süt emmek, tabîatları değiştirir” diye buyurmaktadır.

İnsan, doğduğunda, büyümek için ilk olarak anne sütüne muhtaçtır ve insan, dünya üzerindeki bütün varlıklar arasında yetişmesi en meşakkatli ve uzun zaman alan tek varlıktır. 

İnsan, bu dünyaya aslında iki defa doğar. İlk doğumu annedendir; bu doğuş zâhirîdir. İkinci doğumu ise bâtınî doğumdur ki, Hazreti Mevlâna bir kasîdesinde, “Bir defa doğduğunuz gibi ikinci defa da dünyadan, ukbâdan ve kendinizden geçip doğuveriniz” diye buyurduğu üzere, ancak bir mürşid-i kâmilin eğitimiyle gerçekleşir.

Hasan Dede, “İnsan, yaratıldığında yabandır, çünkü kendini bilmemektedir, nefsî arzularına göre yaşamaktadır” der, “Kim onun kafasına uygun bir şey söylese, onun yolunda gider ve hayatını, kendi zannettiğinin aksine çok boş geçirir ve bu şekilde ömrünü tüketip gider. Fakat eğer kendindeki bu eksikliğin farkına varır da bir arayışa düşerse ve bir Hakk dostunun, yâni kâmil bir insanın eğitimine girerse, onun güzelliklerini benimserse, o kişi zamanla yabanlıktan çıkar, kendini bilmeye başlar ve güzel bir insan olma yoluna girer.”

Nitekim, Peygamber Efendimiz diğer bir hadîsinde de şöyle buyurur: “Bir çocuk, annesinin karnından doğar doğmaz, onu şeytan mesh eder de, feryâd etmeye başlar.”

Çocuğun, suretâ büyümesi için bu feryâd gereklidir. Fakat asıl feryâd, aslından ayrı düşen ruhun feryâdıdır. Maddî varlığımız dünyevî gıda ile, mânevî varlığımız da uhrevî gıda ile büyür.

“Vücudumuz maddî olduğu için tabîatı olan dünyaya mahkumdur ve tabîattan çıkan maddî gıdalarla büyür” der Hasan Dede, “İçimizdeki hakiki varlık ise mânevî gıdayla beslenir. Bu bedenin gıdası ‘nafaka’, onun gıdası ise ‘nefhâ’dır, yâni kelâmdır.”

İnsan, kâmil bir mürşidin ilmiyle yetiştiğinde gerçek kimliğine kavuşur, insanın hakikatte ne olduğunun mânâsını öğrenir ve ‘Simâk burcundan balığa kadar her şeyin, kendisinden nurlanmış’ olduğunu görür ve bilir. Bu bilmek de, insanın tamamiyle yokluğunu bilmesinden başka bir şey değildir. 

Nitekim, ‘Göklerin suretâ yüksekliği var. Mânâ yüzünden yükseklik, temiz ruhundur. Suretâ yükseklik, cisimlerindir, fakat mânâ huzurunda cisimler, isimlerden ibarettir.’

“Her resim kendinin; ama hiç resmi yok. Her isim kendinin; ama hiç ismi yok” diye buyurur Hasan Dede, “Onu görmek için gözü, işte bu diri olan Muhammed’den almalı. Bizim gözümüz onu göremez, onun gözü ise Allah’ın gözüdür… Bu vücud sarayının içindeki padişah ortaya çıkınca, artık oraya kimse giremez. Mademki öyle, o hâlde hiçbir şey için endişe etmeyiz, hiçbir şeyden korkmayız. Bir padişah, bir vücud. Kesret görünenler, o bir tek varlığın görünüşleridir.”

Kasîde:

“Şu yokluk yolunda, tohum gibi yerlere dökülüp saçılırsak, bağda, bahçede ağaç gibi topraktan baş kaldırıp boy atar, kol kanat açarız. 

Biz taş gibi sert isek de, senin mühürün uğruna yumuşar, mum oluruz. Mum olunca da senin güzelliğinin nuruna pervane kesiliriz. 

Aşk aynasının yüzünü, varlık, benlik nefesi ile bulandırmayalım, kirletmeyelim. Mademki gönlümüz bir harabeye döndü, hiç olmazsa biz gizli defineye mahrem olalım.

Gönül masalı gibi elsiz, ayaksız kalalım da, aşıkların gönüllerinde masal gibi yer edinelim, konaklarda konaklayalım. 

Mustafa (sav) gönlümüzü yol etmez, gönlümüzde olmaz, gönlümüze dayanmazsa, bu ayrılıktan feryâd etsek, ağlasak, inlesek, Hannâne direğine dönsek yeridir.”