Vezirin müritleri defetmesi.
565. Vezir dedi ki: “Dikkat ediniz, ey dedikodu düşkünleri! Dilden çıkan ve kulakla duyulan zâhirî vaazları arayanlar!
566. Bu aşağılık duygu kulağına pamuk tıkayın, ten gözünden duygu bağını çözün!
567. O gizli kulağın pamuğu, baş kulağıdır, bu kulak sağır olmadıkça o can kulağı sağırdır.
568. Hissiz, kulaksız, fikirsiz olun ki ‘İrcii’ hitâbını işitesiniz.
569. Sen uyanıklık dedikodusunda oldukça uyku sohbetinden nasıl olur da bir koku alabilirsin!
570. Bizim sözümüz, işimiz, hariçte yürümektedir. Batınî yürümek ise gökler üzerinde olur.
571. Cisim, kuruluğu gördü, çünkü kuruluktan doğdu; can İsa’sı, ayağını denize attı.
572. Kuru cismin yürümesi, kuruya düştü, ama canın yürümesine gelince; ayağını denizin ta ortasına bastı.
573. Ömür kuruluk yolunda; gâh dağ, gâh deniz, gâh ova aşarak geçip gittikten sonra…
574. Âb-ı hayatı nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın?
575. Kara dalgası, bizim kuruntularımız, anlayışımız ve fikrimizdir. Deniz dalgası ise kendinden geçiş, sarhoşluk ve yokluktur.
576. Sen bu sarhoşlukta oldukça o kadehten nefret eder durursun.
577. Zâhir dedikodusu toz gibidir. Kulak gibi bir müddet dinlemeyi âdet edin!”
Şems-i Tebrizî Hazretleri diyor ki, “Asıl bir güzel var, ona kul ol da huzura kavuş. İnsanda ekmek ve giysi kaygısı var, hâlbuki gerçek bir kulda böyle kaygılar bulunmaz. Tanrı, senin rızkını ve giysini verir. Bir derviş, derviş olmalıdır sessiz.”
“Dudak çalışırsa kalb durur; kalb çalışırsa dudak sükûtu öğrenir, söz biter, itiraz biter” der Hasan Dede, “Mânevîyatta zevk, sükût etmesini öğrendikten sonra başlar. En büyük saadet, huzur ve gönül ferahlığı mânevî zevktedir.”
Hazreti Mevlâna da ne güzel söyler… “Topraktan biten güller, mahvolur gider. Gönülde biten güller daimîdir ve ne hoştur! Bizim öğrendiğimiz o tatlı bilgiler, bil ki o gül bahçesinden bir, iki, üç demetten ibarettir.”
İnsan gerçekte sudur, ancak testi olduğunu zannediyor… Bedenler testi misâli ve bir gün gelecek o testi kırılacak. Her an, aslımıza doğru yolculuktayız, Allah’a yol almaktayız; testideki su, yâni ruhumuz, gün gelecek o yola dökülecek. Yol açıksa ruhumuz denize kavuşacak, aslını bulacak. Açılamamışsa toprağa gidecek, toprak olacak.
Hasan Dede’nin anlattığı bir menkîbede, Mevlâna’nın babası Sultan’ül Ulemâ Hazretleri, talebelerine şöyle buyurur: “Sizi Allah’tan kim ayırdı biliyor musunuz?”
Talebeleri cevap verir: “Bilmiyoruz Efendi Hazretleri, siz anlatırsanız bilebiliriz.”
Sultan’ül Ulemâ Hazretleri bu cevap üzerine, onlardan bir kova su ister, onlar da getirirler. Talebelerinden birine, kovadaki suyu toprağa dökmesini emreder, o da döker. Bir kova su daha ister, onu da nehire dökmesini emreder, yine döker. Sonra şöyle buyurur: “Kovadan maksat bedeniniz, sudan maksat ruhunuzdur. Dünyaya meyil verirseniz ruhunuz toprağa gidecek, ayak altı olacaksınız. Eğer Hakk ile yaşamınızı sürdürürseniz tekrar aslınıza döneceksiniz. Allah anıldıkça siz de anılacaksınız.”
İşte Mevlâna’nın buyurduğu üzere, ‘Ömür kuruluk yolunda; gâh dağ, gâh deniz, gâh ova aşarak geçip gittikten sonra… Âb-ı hayatı nerede bulacaksın; deniz dalgalarını nerede yaracaksın?..”
Abdülbâki Gölpınarlı, “Âb-ı hayat, bengisu dediğimiz, içenin ölümsüzlüğe kavuşacağı sudur, yâni yaşayış suyudur” diyor, “Buna dirilik suyu anlamına gelen ‘Âb-ı Zindegânî’ de derler. Kur’an’ın Kehf sûresinin 60-65. âyetlerinde Musa Peygamberle Hızır’ın arasındaki olay anlatılır ki bu, önceki beyitlerin şerhinde de geçmişti. Musa bir kaya dibinde uyur. Yanlarındaki torbada bulunan, hattâ bazı müfessirlere göre kızarmış ve bazılarına göre bir kısmı yenmiş bulunan balık sıçrayıp torbadan çıkar, denize atılır; iz bırakarak bir müddet gider, sonra izi de yiter. Balığın dirilmesine sebep, oradaki kaynaktan abdest alan Musa’nın, yâhut arkadaşının elinden torbaya su damlamasıdır. İşte bengisu budur… Bengisu inanışı batıda da vardır. ‘Fountaine de Jovence’ yâni gençlik kaynağı bunun tıpkısıdır. Bu su cennetten çıkar. Elmaslarla, altınlarla dolu bir arktan akar. Bu sudan içenler, ölümsüzlüğe kavuşurlar. Ortaçağ’da Amerika bulununca bu kaynak, oralarda da aranmıştı. 1740 sularında bir coğrafya kitabı yazan Pausanias, Mora’da Anapoli yakınlarında Zeus’un sevgilisinin yıkandığı rivâyet edilen bir kaynaktan bahseder. Yunan mitolojisinde Jouvence, yâhut Juventa, Zeus’un sevdiği bir peridir. Zeus, onu gençlik kaynağı şekline sokmuştur. Âb-ı hayat, Doğu – İslâm edebiyatında tasavvufa dayanılarak, yâhut yalnızca mazmunlaştırılarak birçok anlamlarda kullanılmıştır ki bunları şöylece sıralayabiliriz: 1) Mânevî feyz, neşe; 2) Aşk ve irfân; 3) Ledünnî ilâhî bilgi; 4) Tanrı’ya kavuşmak; 5) Sevgiliyle buluşmak; 6) Sevgilinin ağzındaki, dudaklarındaki zevk ve neşe; 7) Gerçek erenin sohbeti; 8) Söz ve şiir; 9) Mânevî, maddî şarap; 10) Arıduru su.”
Mevlâna’mızın buyurduğu gibi, ‘kulak gibi bir müddet dinlemeyi âdet edinelim’ de, ömür geçip gitmeden dirilik bağışlayan ab-ı hayattan su içmeye bakalım.
Bakın ne güzel seslenir Hasan Dede bir şiirinde…
“Geçince şu ömrün nev-i baharı,
Tenlerimiz solup toprağa düşer.
Son nefeste yâd etmezsen o Yâri,
Aşkın kıymeti hep ayağa düşer.
Cihan Sultanım Mevlâna’m,
Bizi bağlamıştı bir zülfünün teli,
Nice yıllar esti o sevdâ yeli,
Görünmeden akan şu hayat seli,
Ne bir deryâ ne bir ummâna düşer.
Dede var gidelim,
Cihan Sultanı Mevlâna’nın yoluna,
Mevlâna aşkı hep kalblere dolunca,
Mevlâna’ya lâyık bir de sevgi olunca,
Gönül bülbül olup o bağa düşer…”