“Onun sıfatlarını bugün burada,
zâtıını ise yarın görebilirsin.” Gülşen-i Râz (Şebüsterî)
41. Birisinin eşeği varmış, fakat palanı yokmuş. Palanı ele geçirmiş, bu sefer eşeği kurt kapmış.
42. Birisinin ibriği varmış, fakat suyu elde edememiş. Suyu bulunca da ibrik kırılmış!
Hasan-ı Zarîfî şöyle buyuruyor: “Tembel insanlardan olan dünyanın abdalları, dünyada bulundukları müddette kendi kıymetli ve emsâlsiz ömürlerinin kıymetini bilemediler ve onu zâyi ettiler, amelleri ve mârifeti terkettiler. Sonra uhrevî âleme gidince, ahiret yüceliğinin ilim ve amelle ilgili olduğunu gördüler. İlim ve amelde çalışıp çabalamayı amaçladılar ama tâkât bulamayıp feryâd ü figân ettiler. Şöyle dediler: Bir daha bu ateşten çıkmaya yol var mıdır?”
Nitekim, Hazreti Muhammed, selâm olsun üzerine, bir hadîs-i şerifte şöyle buyurmuştur: “Dünyanın süsü malla, ahiretin süsü amellerledir.”
Ve bir diğer hadîs-i şerifte de şöyle der: “Şu beş cevherin kıymetini bilin: Ölmeden önce hayatın kıymetini, yaşlanmadan önce gençliğin kıymetini, hastalanmadan önce sağlığın kıymetini, fakirlik gelmeden zenginliğin kıymetini, meşguliyet gelmeden önce boş vaktin kıymetini.”
O halde, bu cevherlerin kıymetini bilememek şu şekildedir: Testi varken su bulamadı, su bulunca da testi kırılmıştı.
“Susamış kimse Hakk’ı arayan yolcudur, suyun kaynağı da İnsan-ı Kâmil’dir. O, susamış kişiye âb-ı hayattır” der Hasan Dedemiz. O halde, vakit geçirmeden insan-ı kâmili bulmak ve testiyi âb-ı hayatla doldurmak gerek.
Nitekim, Mevlânamız şöyle seslenir bizlere, der ki: “Kendine gel ey yolcu! Kendine gel! Akşam oldu; ömür güneşi batmak üzere… Gücün kuvvetin varken; şu iki günceğizde olsun cömertlikte bulun, iyi işler yap… Elde kalan bu kadarcık tohumu, yani ömrünün geriye kalan son senelerini iyi ek, iyi harca da; şu iki nefeslik ömürden uzun bir ömür elde edesin…
Çok kıymetli olan bu ömür kandili sönmeden aklını başına al da fitilini düzelt, çabucak yağını koy. İyi işler yaparak son günlerini amel ve ibadetle geçir, gönül kandilini uyandır. Aklını başına al da; bu işi yarına bırakma. Nice yarınlar geldi geçti. Hemen tövbe ve istiğfâr ile işe başla ki, ekin mevsimi, iyilik günleri büsbütün geçmesin. Öğüdümü dinle, beden güçlü bir bağdır. Bizi iyilikten alıkor. Hakk yolunda sana engel olur. Yenileşmek, kendini tamir etmek istiyorsan, eskiyi çıkar at; bedene ait isteklerden vazgeç; ruhanî zevkleri, manevî heyecanları ara…”
Hazreti Şems-i Tebrizi’ye kulak verelim, o da diyor ki: “Akıllı insan gerektir ki, bir defa pişman olsun, ömründe bir kere tövbe etsin; bu bir defalık tövbe ve pişmanlık da ona çok utanç versin. Her şeyi kendinde görsün.”
Asıl meselenin, bir şeye hem içiyle hem dışıyla yakın olabilmenin ve onu hem yakından, hem de uzaktan görebilmenin ancak Allah görüşüyle olduğunu söyleyen Hasan Dedemiz şöyle sesleniyor bizlere: “Vücudumuz maddî olduğu için tabiata mahkûmdur ve tabiattan çıkan maddî gıdalarla büyür. İçimizdeki hakiki varlık ise ne yer, ne de içer… Bu bedenin gıdası ‘nafaka’, onun gıdası ise ‘nefhâ’dır, yani kelâmdır.”
Bir gün Hüdâvendigâr Mevlâna’ya, “Allah katına nasıl çıkılır?” diye sormuşlar, onlara şu cevabı vermiş: “Yoklukla çıkılır.”
Hasan Dedemizin Hakk aşıklarına güzel bir seslenişi var…
“Ey Allah’a gönül veren Hakk aşığı!
Sen cevher aramaktasın, cevher yokluktadır.
Yokluktan başka bir şey ararsan,
Bil ki hüzündür, tasadır.
Yokluktur şifâ, yokluktan başka ne varsa,
Bil ki hastalıktır, illettir.
Dünya tümden bir başağrısı,
Dünya tamamen bir aldanıştır.
Yokluk ise dünyada definedir,
Maksat odur, o da Allah’tır.
Onu ara bul, ona koş,
O da Mevlâna’dır…”
“Bizlerdeki bütün varlık, dirilik hepsi Allah’a aittir. Bize ait hiçbir şey yoktur” diyor Hasan Dedemiz, “Göz onun kudretiyle görüyor, dil onun kudretiyle konuşuyor, kulak onun kudretiyle duyuyor, burun onun kudretiyle koku alıyor. Yok eğer bunlar senin elindeyse, o zaman hastalanma ya da yaşlanma bakalım. Bunlara hakim olamadığına göre, demek ki kudret sahibi biri var. O kudret de sana ait değil; o kudret sahibi, bir olan Allah’tır… Çalış, her zerren göz olsun; çalış, her zerren kulak olsun. İnsanın her zerresi göz olursa, ondan artık hiçbir şey gizlenmez; güneşten de üstündür. İnsanın her zerresi kulak olursa, o artık her şeyden haberdârdır, her şeyi işitir. Çünkü artık Hakk ile Hakk olmuştur, Hakk’tan da hiçbir şey gizli değildir.”
Niyâzî Mısrî bir şiirinde şöyle seslenmiş…
“Hakk ilmine bu âlem bir nüshâ imiş ancak,
Ol nüshâda bu Âdem bir nokta imiş ancak.
Ol noktanın içinde gizli nice bin deryâ,
Bu âlem o deryâdan bir katre imiş ancak…”