Vezirin, hâlveti terk etmede müridleri ümitsiz bırakması.
643. Vezir içerden seslendi: “Ey müridler, benden size şu mâlum olsun.
644. Ki İsa bana ‘Hep yakınlarından, arkadaşlarından ayrıl, tek ol,
645. Yüzünü duvara çevirip yalnızca otur, kendi varlığından da hâlveti ihtiyâr et’ diye vahyetti.
646. Bundan sonra konuşmaya izin yok, bundan sonra dedikodu ile işim yok.
647. Dostlar elvedâ! Ben öldüm, yükümü dördüncü göğe ilettim.
648. Bu suretle de ateşe mensûb feleğin altında zahmet ve meşakkatler içinde yanmayalım!
649. Bundan sonra dördüncü kat gök üstünde, İsa’nın yanında oturacağım.”
Hazreti Mevlâna, bir kasîdesinde şöyle buyuruyor…
“Sağdan, soldan çekiştirmeler, ayıplamalar duyulsa bile gönlünü bir güzele kaptırmış olan kişi aşkından dönmez!
Aşk yüzünden kınanmak, ayıplanmak nasıl bir âdet ise, aşığın kulağının sağır olması da bir âdettir.
Aşk uğrunda iki dünyanın yıkılması, virân olması; aslında mâmur olmaktır, yeniden yapılmak, meydana gelmektir. Aşk uğrunda, aşk yolunda bütün faydalardan vazgeçmekte fayda vardır!
Hazreti İsa dördüncü kat gökten, ‘Haydi ey aşıklar, elinizi, ağzınızı yıkayınız! Gök sofrası kuruluyor. Mânevî yemekler yeme zamanı geldi!’ diye bağırıyor.
Yürü! Yokluk meyhânesinde sevgiliye karşı yok ol! Nerede iki sarhoş varsa, orada kavga ve gürültü vardır.
Sen şeytanların bulunduğu yere, ‘Yardım, yardım!’ diye gelip giriyorsun. Aklını başına al da yardımı Allah’tan iste!
Buradakilerin hepsi de insan şeklinde birer şeytan, birer ifrittir.
O kadar çok mânâ şarabı iç ki, mest olasın da dedikodudan kurtulasın. Sen aşık değil misin? Aşk da bir meyhâne değil mi?..”
Hasan Dede de bir şiirinde şöyle seslenir bizlere…
“Feleğin çarkında meyhâne açtık,
Bütün aşıklara dâvetimiz var,
Gerçekleri seçmeye niyetimiz var.
Aşık olan bu dâvete gelmeli,
Birer mey de çarkımızdan almalı,
Kabtan kaba konup daim kalmalı,
Görmeli nice bin suretimiz var.
Ya mekân var, ya Hüdâ var denecek,
Orda yalancının mumu sönecek,
Alnına bir damga vurulup geri dönecek,
Şimdi böyle bir gayretimiz var.
Ömür tamam olup vakit dolunca,
Ecel kapımızı çalmaya gelir,
Elinde kaderin verdiği fermân,
Bir can borcumuz var almaya gelir.
Hakk’tan gelen fermâna bir şey söylenmez,
Mâdem sonu yalan minnet eylenmez,
Hem de daha can kalıp da eğlenmez,
Köhne kafesinden almaya gelir…”