MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/CX

“Canlar dergâhı, baştanbaşa nurdan ibârettir. Canlar dergâhı kilimle, halı ile değil; akılla, bilgi ile döşenmiştir. Orada bulunan sufîler, başsız ve ayaksızdırlar. Bu yüzden o dergâhta ayak patırtısı, nalın takırtısı duyulmaz.” Mevlâna

Şeytan, “Bimâ agveytenî” dedi; o alçak ifrit, kendi fiilini gizledi.

1485. Âdem ise “Zalemnâ enfüsenâ” dedi; o bizim gibi Hakk’ın fiilinden gâfil değildi.

Günâh ettiği hâlde edebe riâyet ederek Tanrı’ya isnâd etmedi, Tanrı’nın halk ettiğini gizledi. O suçu kendine atfettiğinden ihsâna nâil oldu.

Âdem, tövbe ettikten sonra Tanrı, “Ey Âdem! O suçu, o mihnetleri, sende ben yaratmadım mı?

O benim takdîrim, benim kazâm değil miydi; özür dilerken niye onu gizledin?” dedi.

Âdem “Korktum, edebi terk edemedim” deyince Tanrı, “İşte ben de onun için seni kayırdım” dedi.

1490. Hürmet eden, hürmet görür. Şeker getiren badem şekerlemesi yer.

Temiz şeyler, temizler içindir; sevgiliyi hoş tut hoşluk gör; incit, incin!

Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, bir hadîs-i şerîfinde, “Eğer siz günâh etmezseniz, Allah sizi giderir ve günâh yapan bir kavim getirir. Onlar istiğfâr ederler, Allah da onları mağfiret eyler” diye buyurur.

Şeyh Nazîf Mevlevî, bu hadîs-i şerîfin meâlini şu beyitinde beyân eder:

“Âyine-i mağfiret suret-i isyânadır,

Halk günâh etmese halk eder âhar ilâh.”

Hazreti Mevlâna, selâm üzerine olsun, Fîhi Mâ-Fîh’de buyurur ki: “İnsan, kuşkular işkiller içindedir. Ondan kuşkuyu, işkili gidermeye imkân yoktur; meğer ki aşık olsun. Aşık oldu mu, onda ne kuşku kalır, ne işkil. ‘Bir şeyi sevdin mi ona karşı kör eder, sağır eder seni o sevgi.’ 

İblis, Âdem’e secde etmedi; buyruğa karşı geldi de dedi ki: ‘Beni ateşten yarattın, onuysa topraktan yarattın.’ Benim özüm ateşten, onun özüyse topraktan. Yücenin, aşağılık kişiye secde etmesi nasıl yaraşır?.. 

Bu suç, bu karşı koyuş, Tanrı’yla bu çekişme, İblis’i lânete uğrattı, uzaklaştırdı da, yâ Rabbi dedi, hepsini sen yaptın, senin sınamandı bu; sonra da bana lânet ediyorsun, uzaklaştırıyorsun kendinden beni. Âdem’se suç işledi; ulu Tanrı onu cennetten çıkardı. Ulu Tanrı Âdem’e dedi ki: Ey Âdem, seni suçlandırdığım, yaptığın suç yüzünden seni sıkıştırdığım zaman niçin benimle çekişmedin; elinde delil de vardı; bana, her şey senden, sen yaptın; dünyada ne dilersen o olur; dilemediğin şey asla olmaz demedin. Elinde böylesine doğru, sağlam bir delil varken neden böyle bir söz söylemedin? Âdem, yâ Rabbi dedi, bilmeye biliyordum amma sana karşı edebi bırakmadım elden, bir de sevgim, sana karşı koymaya bırakmadı beni. 

Bu şerîat, su içilecek bir kaynaktır. Padişahın dîvanına benzer hani. Orda yapılması gereken, yapılmaması buyurulan şeyler, öldürme, adâlette bulunma gibi halkın geri kalanlarıyla, ileri gidenleriyle ilgili buyruklar var. Padişahın dîvanından çıkan buyruklar sayısızdır, sayılamaz onlar. Pek de güzeldir, pek de faydalıdır. Dünya o buyruklarla durur. Fakat dervişlerin, yok-yoksul kişilerin hâli, padişahla görüşüp konuşmaktır; buyruk verenin bilgisini öğrenmektir. Nerde buyrukları bilmek, nerde buyruk vereni bilmek, padişahla konuşup görüşmek. Arada pek büyük bir fark var. Padişahla konuşup görüşenlerin hâlleri bir dergâhtır sanki. Orda fakîhler var. Her fakîhin bir müderrisi var; yaratılışına göre ders veriyor. Buna karşılık da ona aylık veriyor. Birine on, öbürüne yirmi, daha öbürüne otuz. Sözü, herkesin kendi anlayışına göre söylüyoruz. ‘İnsanlara, akılları miktarınca söz söyleyin, akıllarınıza göre değil; böyle hareket edin de Tanrı’yı, Elçi’sini yalanlamasınlar’..”

‘Hürmet eden, hürmet görür. Şeker getiren badem şekerlemesi yer. Temiz şeyler, temizler içindir; sevgiliyi hoş tut hoşluk gör; incit, incin!’

Hazreti Muhammed Efendimiz, “Dikkat ediniz! Bedende bir et parçası vardır; o iyi olunca insan sâlih olur, o fesada uğrayıp bozulunca insan da bozulur. Bu et parçası, insanın kalbidir” diye buyurur.

“Her şeyin üstünde edeb vardır. Edeb, aşktan alınır ve insanı en çok güzelleştiren şey aşktır” der Hasan Dede, selâm üzerine olsun, “Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Allah’ın lütfundan mahrumdur. Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.”

Yüce Pîr Mevlâna ne güzel buyurur… “İşte tekrar geldim; keskin bir ateş yakayım da, tövbede, günâhta, suçta, sakınmada çok harâretli davranayım, dedim. Ama içimdeki ateş buyuruyor ki, Tanrı’dan gelenlerden başka ne varsa yol üstünden kaldır!”

Nâbî’nin de çok güzel bir şiiri vardır, o da şöyle der: 

“Edebi terk etmekten sakın, 

Bu Allah’ın sevgilisinin bulunduğu yerdir. 

Burası Allah’ın nazâr ettiği, Hazreti Mustafa’nın makâmıdır. 

Gökte yeni ay, onun Bâbüsselâm kapısının göğsü yarılmış aşığıdır. 

Bunun kandili burcu burcu, 

Bu nurun ve ışığın kaynağıdır, doğduğu yerdir. 

Burası, Allah’ın sevgilisi Hazreti Muhammed’in uyuduğu yerdir, 

Fazîlet bakımından arştan bile üstündür. 

Bu toprağın parlaklığından yokluk karanlıkları kalktı,

Mevcûdat ki gözlerini açtı. 

Çünkü bu toprak, göze fer veren sürmedir. 

Ey Nâbî, bu dergâha edeb şartını gözeterek gir, 

Burası meleklerin tavâf ettiği, 

Peygamberlerin tecellî ettikleri, göründükleri yerdir…”