MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXL

“Hakk aşıkları, bir elleriyle hâlis iman şarabı içerler, öbür elleri ile de kâfirin perçemini tutarlar.” Mevlâna

Dünyanın lütfetmesi ve yaltaklanması, hoş bir lokmadır, ama az ye. Çünkü ateşten bir lokmadır!

1850. Ateş gizlidir, zevki meydanda… Dumanı sonunda meydana çıkar.

Sen, “Ben o övgüleri yutar mıyım? O, tamâhından övüyor. Ben, onu anlarım” deme!

Seni öven, halk içinde aleyhinde bulunursa onun tesîriyle gönlün, günlerce yanar.

Onun; mahrumiyetten senden umduğunu elde edemeyip ziyân ettiğinden aleyhinde bulunduğunu bildiğin hâlde,

O sözler gönlüne dokunur, onun tesîri altında kalırsın. Övgüden de bir ululuk gelir, dene de bak!

1855. Övgünün de günlerce tesîri altında kalırsın. O övgü canın ululanmasına, aldanmasına sebep olur.

Fakat bu tesîr, zâhiren görünmez, çünkü övülmek tatlıdır. Kınanmak acı olduğundan derhâl kötü görünür.

Kınanmak, kaynatılmış ilaç ve hap gibidir; içer, yâhut yutarsan uzun bir müddet ıstırâb ve elem içinde kalırsın.

Tatlı yersen onun zevki bir ândır, tesîri öbürü kadar sürmez.

Zâhiren uzun sürdüğü için de tesîri gizlidir. Her şeyi, zıddıyla anla!

1860. Övgünün tesîri, şekerin tesîrine benzer; gizli tesîr eder ve bir müddet sonra vücutta deşilmesi icâb eden bir çıban çıkar.

Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, Fihî Mâ-Fîh’de şöyle buyurur: “Katımda, yâhut ben yokken lütuflarda bulunuyorsunuz, çabalarda bulunuyorsunuz. Açıkça teşekkür etmiyorsam, sizi ululamıyorsam, sizden özür dilemiyorsam, bunlarda kusur ediyorsam kendimi büyük gördüğümden, yâhut aldırış etmediğimden, yâhut da nimet verenin hakkını, karşılığında sözle, işle ne mükâfatta bulunacağını bilmediğimden değil. 

Fakat sizin tertemiz inancınızdan biliyorum ki siz, onu özden, Tanrı için yapıyorsunuz, ben de özrünü Tanrı dilesin diyorum, ona bırakıyorum. Mâdemki yaptığını onun için yaptın; teşekkür etmeye kalkışsam, dille sizi ululasam, övsem Tanrı’nın vereceği sevâbın bir kısmını ben vermiş olurum. 

Çünkü bu gönül alçaklığı göstermeler teşekkür etmeler, övmeler, dünya tadıdır. Dünyada bir zahmettir, çekersin ya; bu, bir mal vermeye, bir mevkî bağışlamaya benzer; bunun karşılığının da tümden Tanrı’dan gelmesi daha iyi. Bu yüzden teşekkür etmiyorum. 

Zâti teşekkürde bulunmak, dünya istemektir. Çünkü mal yenmez ki, mal olduğundan istenmez mal. Malla at alırlar, halayıkcağız alırlar, köle alırlar; bir mevkî elde etmek isterler; böylece de övülmeyi dilerler.”

Hasan Dede, selâm üzerine olsun, şöyle bir menkîbe anlatır: “Divâne Mehmet Hazretleri, Galata Mevlevîhânesi’nin bânisidir, o kurmuştur orayı. 

Bir gün Yavuz Sultan Selim, ona ipekten bir hırka diktirmiş. Getirmiş, ‘Şeyhim’ demiş, ‘ben seni böyle harâbat görmek istemiyorum.’

Pekâlâ, Divâne Mehmet Hazretlerinin hırkası hangi kumaştan?.. Çuval kumaşından.

‘Onu sakla kendine’ demiş Divâne Mehmet Hazretleri, ‘benim hırkam bana mükemmeldir, güzeldir, parlaktır. Ben dünya boyasıyla boyanmaya gelmedim. Allah boyasıyla boyanmışım’..”

Rubâi:

“Aşıklar, adsız, sansızdırlar, dostun cemâlinden aldıkları zevk ile hayrandırlar. Aşıkların gözünde, iki cihanın zerre kadar değeri yoktur.”

MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXXXIX

Halkın, bir kişiyi ululamasının ve halk tarafından parmakla gösterilmenin kötülüğü.

Ten, kafese benzer. Girenlerin, çıkanların, insanla dostluk edenlerin aldatmasıyla can bedende dikendir.

Bu, “Ben senin sırdaşın olayım” der. Öbürü, “Hayır, senin akrânın, emsâlin benim” der.

1845. Bu der ki: “Varlık âleminde güzellik, fazîlet, iyilik ve cömertlik bakımından senin gibi hiçbir kimse yok.”

Öbürü der ki: “İki cihan da senindir. Bütün canlarımız, senin canına tâbîdir.”

O da, halkı, kendisinin sarhoşu görünce kibirlenir, elden, avuçtan çıkmaya başlar.

Şeytan onun gibi binlerce kişiyi ırmağa atmıştır!

Dostluk hakkında, “Dost, sen yokken de sana dostluk edendir. Nice uzak vardır ki yakından daha yakındır; nice yakın vardır ki uzaktan da uzak” diye buyuran Hazreti Ali Efendimiz, selâm üzerine olsun, kendisi hakkında aşırı gitmenin hükmü hakkında da şöyle buyurur: “Bizim hakkımızda aşırı gitmekten sakının. Bizim hakkımızda, ‘Allah’ın rubûbiyeti altında olan kullar’ deyin, sonra bizim fazîletimizde, istediğiniz şeyi söyleyebilirsiniz.

Özünde Allah’ın ululuğunu duyan, kalbinde bu ululuk yer eden kişiye, Allah’tan başka her şey küçük görünür; Allah’ın ululuğunu bilip ululanmayan kişiye Allah’ın lütfu da, ihsânı da pek büyük olur. 

Buyruk sahiplerinin iyilerce en aşağı sayılan hâli, övünmeye kalkışmaları, kendilerini beğenmeleri, kibirliliklerini gösteren durumlara düşmeleri, bu çeşit hareketlere kalkmalarıdır.”

Nitekim, “Yokluk benim iftihârımdır” diye buyuran Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm olsun üzerine, yine bir hadîs-i şerîfinde, “Kul gibi yerim, kul gibi otururum” diye seslenir.

Hasan Dede, selâm üzerine olsun, bu hadîs-i şerîfle ilgili şu açıklamayı yapar: “Peygamber Efendimizin, bu sözleriyle bizlere anlatmak istediği, kendisinin toplum içinde veya değilken bile, kibirli bir duruş ve ulu bir tavır içinde olmaktan sakındığıdır. 

Hattâ kendisini öylesine yoklukta tutmuştur ki, söylediği her söze, ‘Allah, benden buyurdu’ diyerek başlamıştır. Allah’a adanmış olan peygamberliğinin işareti, tevâzu ile beraber kemâlatının ve ahlâkının yüceliğidir.

Zîrâ kimliğine eren kişi, kendine ait hiçbir şeyin olmadığını bilir. Kendindeki her şeyin Allah’a ait olduğunu bilir. Yoklukta durup Allah’ın varlığını kendi vücudunda seyreder.

Biz kalenderiz. Bu güzelikler bizde varlığını ne kadar çok gösterirse, biz o kadar alçalırız. İşimiz bu bizim; yokluğa bürünmek! Kendimizi yoklukta tutmak.”

Ne kadar güzel söyler Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine…

“Ben varlığı yoklukta buldum, onun için varlığı yokluğa fedâ ettim. 

Padişahların hepsi kendilerine karşı alçalana alçalırlar. Bütün halk, kendisine sarhoş olanın sarhoşudur. 

Padişahlar, kendilerine kul olana kul olurlar. Halk umûmiyetle kendi yolunda ölenin yolunda ölür. 

Dilberler, aşıkları canla başla ararlar. Bütün maşuklar aşıklara avlanmışlardır. 

Allah dedi ki: Ey haramdan, şüpheli şeylerden sakınan! Kullarımın arasına gir ki bu suretle beni görme cennetine erişesin.”

MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXXXVIII

Dudunun tâcire veda edip uçması.

Dudu ona hoşa gider bir iki nasihat verdi, sonra “Allah’a ısmarladık, artık ayrılık zamanı geldi” dedi.

1840. Efendisi dedi ki: “Allah selâmet versin; git. Sen bana yeni bir yol gösterdin.”

Tâcir, kendi kendine dedi ki: “Bu, bana nasihatti. Onun yolunu tutayım, o yol aydın bir yol.

Benim canım neden dududan aşağı olsun? Can dediğin de böyle iyi bir iz izlemeli.”

Hazreti Muhammed Efendimiz, selâm üzerine olsun, bir hadîs-i şerîfinde, “Din nasihattir” diye buyurur.

Hasan Dede, selâm olsun üzerine, “Bizler burada sayısız hakîkatler sunuyoruz. Gerek Hazreti Mevlâna’mızdan, gerekse Hazreti Muhammed Efendimizden, onların kimliklerinden, onların güzelliklerinden dil sarfediyoruz. Dinleyenler eğer bu güzellikleri işitip ruhlarına gıda yapmaya çalışırlarsa, iyi birer insan olurlar. Bu güzelliklerin kendilerinde zuhûr etmesi için de yokluğa bürünmeleri gerekmektedir. Eğer insan yokluğa bürünmezse, ikrâr verdiği yere imanını güçlendirmezse, bu kişi ne kadar zâhirî bilgilere sahip olursa olsun, ne kendine bir faydası olur ne de başka birine faydası dokunur. Sahip olduğu bu bilgiler de ileriye doğru o kişide yük olmaya başlar. 

Bu nedenle bizler ne kadar Hazreti Muhammed Efendimizi, Pîrimiz Mevlâna’mızı bedenimizde ruh edersek, onların bilgileriyle kendimizi büyütürsek, onların gözüyle çevremize bakmaya çalışırsak, o nispetle topluma ve kendimize faydalı güzel insanlar oluruz.”

Bakın Yüce Pîr Mevlâna’mız, selâm olsun üzerine, bir kasîdesinden ne güzel sesleniyor bizlere…

“Bugün, bu bahar günü, neşe günü, sevinç günü. Güllerin çok açtığı bir yıl, gül yılı. Bu bahar mevsiminde hâlimiz, durumumuz çok iyi! Bizim gibi gülün de hâli iyi olsun! 

Ötelerden dostun yüzünün gül bahçesinden güle yardım geldi. Bu sebeple artık gözlerimiz, gülün solduğunu, dökülüp saçıldığını görmez. 

Gülün güzelliğinden, letâfetinden, ihtişâmından, renginden, kokusundan nergisin gözleri mest oldu, bahçede ağzını açmış gülüyor. 

Süsen selvinin kulağına, bülbülün aşkının sırlarını ve gülün güzel huylarını fısıldıyor. 

Gül bize iyilik etmek, lütuflarda bulunmak, bize kokusunu daha iyi duyurmak için elbisesini yırtarak koştu, geldi.

Biz de güle kavuştuğumuz için, ona daha yakın olmamız için elbisemizi yırtıyoruz. 

Gül ötelerden geldi; o cihandandır. Bu yüzden bu cihana sığmıyor. Gül o kadar lâtiftir, o kadar güzeldir ki, hayal âlemi bile gülü hayal etmeye dar geliyor. 

Gül denilen varlık kimdir? Akıl bostanından, can bahçesinden gelmiş bir haberci. Gül nedir? Solmayan, dökülmeyen, hakîkat gülünün güzelliğini, yüceliğini bildiren bir bilge. 

Gülün eteğini tutalım, ona yol arkadaşı olalım da oynaya, güle gülün aslına. zevâlsiz gül fidanına gidelim. 

Gülün aslı, zevâlsiz gül fidanı Mustafa (sav)’nın terinden bitti, yetişti, lütfundan meydana geldi. O büyük varlığın yüzünden hilâl hâlinde iken, bedir hâline geldi. 

(Burada şu hadîs-i şerîfe işaret var: Peygamber Efendimiz (sav) buyurdular ki: “Miraç gecesinde gökyüzüne çıktığım zaman terlemiştim. Ter damlalarım yeryüzüne düşünce, topraktan gül fıdanları bitti, yetişti. Kim benim kokumu koklamak isterse, kokumu almak isterse gülleri koklasın.”) 

Siz gülün yapraklarını yolarsınız, dallarını kırarsınız ama, ona yeniden yeniye can verirler, onu diriltirler, ona yeniden yeniye kol kanat ihsân ederler. 

Gör ki gül baharın davetine nasıl icâbet etti. Halil İbrahim’in öldürülmüş dört kuşu gibi ölü iken dirildi, koşarak geldi. 

Ey hoca sus! Dudağını açma! Gülün gölgesinde otur da gonca gibi dudak altından gizlice gülümse!”

MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXXXVII

“Mutlak büyü nedir, gözlerinden öğrendim; aşkından, can mumunu yaktım, parlattım… Gözlerimi yüzüne dikmişim; kem gözler hâlimden ırak olsun, nazar değmesin bu hâle.” Mevlâna

Kim güzelliğini mezada çıkarırsa ona yüzlerce kötü kaza yüz gösterir.

1830. Düşmanların kem gözleri, kin ve gayızları, hasetleri; kovalardan su boşalır gibi başına boşalır.

Düşmanlar kıskançlıklarından onu parça parça ederler; dostlar da ömrünü hevâ ve hevesle zâyi eder, geçirirler.

Bahar zamanı, ekin ekmekten gâfil kişi, bu zamanın kıymetini ne bilsin!

Tanrı lütfunun himâyesine sığınman gerektir. Çünkü Tanrı, ruhlara yüzlerce lütuf döktü.

Tanrı’nın lütfuna sığınman gerek ki bir penâh bulasın. Ama nasıl penâh? Su ve ateş bile senin askerin olur.

1835. Nuh’a ve Musa’ya deniz dost olmadı mı? Düşmanlarını da kinle kahretmedi mi?

Ateş, İbrahim’e kale olup da Nemrud’un kalbinden duman çıkarmadı mı?

Dağ, Yahya’yı kendisine çağırarak ona kasdedenleri taşlarıyla paralayıp sürmedi mi?

Ey Yahya! Kaç, bana gel de keskin kılıçlardan seni kurtarayım, demedi mi?’ dedi” diye cevap verdi.

Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, “Bir başkasının yaptığı işleri görüp de kıskanma, sen de çalış daha iyisini yapmaya bak” diye buyurur ve bir beyitinde şöyle seslenir: “Şarap, sırlar küpünde şunun için köpürür: Kim, her şeyden geçmişse o şarabı içer. Ulu Allah, ‘İyi kişiler içerler’ demiştir. Senin içtiğin şarap haramdır. Biz, helâl olan şaraptan başka şarap içmiyoruz. Çalış da yokluktan varlığa ulaş. Allah şarabıyla sarhoş ol.”

Sultan Veled Hazretleri de, “Mertlik başkalarıyla savaşmak değildir. Asıl mertlik ve Rüstemlik kendi nefsiyle savaşmaktır” der.

“Her şeyimizi Allah için fedâ etmemiz lâzım” diye buyurur Hasan Dede, “O zaman, Allah bize sahip çıkmaz mı? Çıkar… O vakit, Allah bizi bizden satın alır. O baştan aşağı sevgidir; O baştan aşağı vericidir; O baştan aşağı ışıktır, nurdur. O karşılıksız verendir; hepimizi seven, hepimizi büyüten, besleyen, geliştirendir. 

Her zaman söylüyoruz… İnsan, Allah’ın halîfesidir, O’nun temsilcisidir. Evet, tam mânâsıyla insan olmak, Allah’ı taşımak kolay değildir. Bu yüzden, o güce, o kuvvete erişmek için işler biraz ağır olur. Fakat madem ebedî bir yaşam istiyoruz, o zaman nefsimizi zorlayacağız.”

Yüce Pîr Mevlâna yine çok güzel buyurur ve der ki: “Halk, savaş safında Allah için canları ile oynar. Birisi Eyüp gibi belâlara düşer, öbürü Yakup gibi sabreder. Yüz binlerce susuz ve muhtaç kişi, Allah için tamaha düşer, çalışır durur. Ben de suçları yarlıgayan, örten Allah için bu kapıdan sahur davulu çalıyorum, benim de ümidim onda. 

Parasını almak için müşteri mi istiyorsun? Gönül, Allah’tan daha iyi müşteri nerede var? Malından pis dağarcığı alır, sana kendinden ışıklanan bir gönül nuru verir. Hakîkatte yok olan şu buz kesmiş bedeni alır, vehmimize sığmaz bir saltanat ihsân eder. Birkaç katra göz yaşı alır, şekerlerin, balların hased ettiği kevseri bağışlar. Sevdalarla, dertlerle dolu ah’ı alır, her ah’a karşılık yüzlerce kârlı mevkii lütfeder. Gözyaşı bulutunun sürdüğü ah bulutu yüzündendir ki Halil’e ‘fazla ah eden’ dedi. 

Gel de hemen şu eşi olmayan alışverişi durmayan pazarda eskileri sat, hazır ve elde bir olan beyliği al. Eğer bir şüphe gelir de yolunu vurursa ticarette bulunan Peygamberleri kendine senet yap. O padişahlar padişahı, onların talihlerini öyle yâver etti, onlara öyle bir baht verdi ki dağlar bile onların pılı pırtılarını çekmeye muktedîr değildir.”

Şiir:

“Ah dostlar! Ali’ye yüz tutanlarız biz,

Ali ile yola düşenleriz biz. 

Ah dostlar! Hâşâ… 

Ok, hançer yarasından korkmayız biz. 

Ayağımızın bağlanmasından, 

Başımızın gitmesinden korkmayız biz. 

Ah dostlar! 

Ateş gibi gidenleriz, 

Cihana nur saçanlarız, 

Cehennemi içenleriz biz, 

Halkın dedikodusuna metelik vermeyiz biz. 

Ali’yi giyindik, Ali ile yola düştük, 

Cihan durdukça Ali ile âli kalacağız biz. 

Ali’nin demine Hu…”

MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXXXVI

Tâcirin, ölü duduyu kafesten dışarı atması ve dudunun uçması.

Tâcir ondan sonra duduyu kafesten dışarı attı. Duducuk, uçup bir yüksek ağacın dalına kondu.

1820. Güneş, ufuktan nasıl süratle doğarsa, o dudu da, o çeşit uçtu.

Tâcir, hiçbir şeyden haberi yokken kuşun esrârını görünce bu işe şaşırıp kaldı.

Yüzünü yukarı çevirip, “Ey bülbül! Hâlini bildir, bu hususta bize de bir nâsib ver!

Hindistan’daki dudu ne yaptı da sen öğrendin, bir oyun ettin, canımızı yaktın!” dedi.

Dudu dedi ki: “O, hareketiyle bana nasihat etti, ‘Güzelliği, söz söylemeyi ve neşeyi bırak.

1825. Çünkü söz söylemen seni hapse tıktı’ dedi. Bu nasihati vermek için ölmüş gibi yaptı.

Yâni, ‘Ey avama karşı da, havassa karşı da nağme ve terennümde bulunan! Benim gibi öl ki kurtulasın.

Tane olursan seni kuşcağızlar, toplayıp yerler; gonca olursan oğlancıklar koparırlar.

Taneyi gizle, tamamiyle tuzak ol. Goncayı sakla, damdaki ot ol…

Yüce Pîr Mevlâna, selâm olsun üzerine, bir beyitinde şöyle seslenir: “Can kuşunun kanatları bitip de beden yumurtası kırılınca, can Câferlik göstermek, yâni uçmak, ötelere geçmek için Câfer-i Tayyâr olur.”

Ve yine şöyle buyurur Mevlâna…

“Gönüllerini cilâlamış olanlar; renkten, kokudan kurtulmuşlardır. Her nefeste zahmetsizce bir güzellik görürler. Onlar, ilmin kabuğundaki nakşı bırakmışlar, âynel yakîn bayrağını kaldırmışlardır. Düşünceyi bırakmışlar, aşinâlık denizini bulmuşlar, bilişikte yok olmuşlardır. Herkes ölümden ürker, korkar. Bu kavimse ona bıyık altından gülmektedir. Kimse onların gönlüne gâlib gelmez. Sedefe zarar gelir, inciye değil. Allah’ın doğruluk makâmında oturanların, orasını yurt edinenlerin derecesi; arştan da yücedir, kürsüden de, boşluktan da!..”

“İnsan, her nefeste her an ölüyor ve diriliyor. Yâni bu demek oluyor ki, ölüm şimdi, şu anda gerçekleşiyor” der Hasan Dede, selâm üzerine olsun, ve devam eder, “Ölümden korkuyorsan aşık olamazsın. Aşktan korkuyorsan mânevî dünyaya giremezsin. 

Aşk için, ‘Aşk büyük bir kumardır’ denilir. Yâni aşka tutulan her şeyini kaybeder. Bu söz çok yerinde söylenmiştir. Peki neden aşka tutulan her şeyini kaybeder? Çünkü bir insan aşka girdiği zaman artık onun parada, pulda, dükkânda, malda, mülkte, zâhirî arkadaşlarda gönlü olmaz. Hepsi onun gönlünden teker teker silinir. Görünüşte bunlar kayıp gibi görünür ama hakîkatte öyle bir kazancı olmuştur ki, o gönlünü verdiği Sevgili, ona hem kendini bağışlamıştır, hem de dünyayı bağışlamıştır. Artık ondan daha zengini yoktur.”

Yüce Pîr Mevlâna, “Suret suretsizlikten çıktı, yine suretsizliğe döndü. Zîrâ biz yine Allah’a döneceğiz” der, “Şu hâlde sen her göz açıp kapamada ölüyor, diriliyorsun. Mustafa, ‘Dünya bir ândan ibarettir’ buyurdu. Bizim fikrimiz havada bir oktur. Havada nasıl durur? Allah’a gelir. Her nefeste dünya yenilenir.”

Şiir:

“Geçince şu ömrün nev-i baharı, 

Tenlerimiz solup toprağa düşer. 

Son nefeste yâd etmezsen o Yâri, 

Aşkın kıymeti hep ayağa düşer. 

Cihan Sultanım Mevlâna’m, 

Bizi bağlamıştı bir zülfünün teli, 

Nice yıllar esti o sevda yeli, 

Görünmeden akan şu hayat seli, 

Ne bir deryâ ne bir ummâna düşer. 

Dede der, var gidelim, 

Cihan Sultanı Mevlâna’nın yoluna, 

Mevlâna aşkı hep kalblere dolunca, 

Mevlâna’ya lâyık bir de sevgi olunca, 

Gönül bülbül olup o bağa düşer…