MESNEVİ’DE YOLCULUK – Cilt I/XXXIV

“Aşıklara sevgilinin güzelliği müderristir; defterleri, dersleri, meşkleri de onun yüzü!” Mevlâna

314. Birisinin yüzü sevgiliye karşıdır, öbürünün yüzü yine kendisine doğru.

315. Her ikisinin yüzüne de bak. Her ikisinin yüzünü de hatırında tut. Hizmet dolayısıyla yüz tanır olman mümkündür.

316. Zirâ nice insan suratlı şeytan vardır. Binâenâleyh her el, el vermeye lâyık değildir.

317. Kuş tutan avcı, kuşu avlamak için ıslık çalar, ötme taklidi yapar.

318. O kuş, kendi cinsinin sesini işitir, havadan iner, tuzağa düşer.

319. Aşağılık kişi, dervişlerin sözlerini, bir selîm kalpli kişiye efsun okumak, onu efsunlamak için çalar.

320. Erlerin huyu açıklık ve sıcaklıktır. Aşağılıkların işi hile ve utanmazlıktır.

321. Dilenmek için yünden arslan yaparlar, Ebu Müseylim’e Ahmed lâkabı verirler.

322. Ebu Müseylim’in lâkabı yalancı olarak kaldı, Muhammed’e de akıllar sahibi dendi.

323. O, Hakk şarabının mührü, şişesinin kapağı; hâlis misktir. Âdi şarabın mührü, şişesinin kapağı ise pis koku ve azâptır.

Abdülbâki Gölpınarlı, 315 ve 316. beyitlerin tefsîrinde şöyle buyuruyor: “Bakara sûresinin 273. âyetinde yoksullardan, izzet-i nefis sahiplerinin, istiğnâ göstererek kimseden bir şey istemedikleri, yüzsuyu dökmedikleri için halkın, onları zengin saydığı bildirilir, asıl bunlara yardım edilmesi beyân ve emir buyurulurken, ‘Sen onları yüzlerinden tanırsın’ denilmektedir. Aynı sûrenin 46. âyetinde kıyamet günü, ‘Arâf’taki erlerin, herkesi yüzlerinden tanıyacakları, cennet ehline selâm verecekleri, cehennem ehline bakıp Allah’a sığınacakları, 47. âyette de, cehenneme girmiş olanlara, mallarının çokluğu, ululanmaları, kendilerine bir fayda vermediğini söyleyecekleri, bundan sonraki âyette de, Allah’ın, onlara, girin cennete, size ne korku var, ne hüzün buyuracağı bildirilmektedir. Arâf, yüksek yere denir. Hadîslerde, Arâf erlerinin peygamberler ve Âli Muhammed olduğu rivâyet edilmiştir.”

Hasan Dede, “Nurlu bir insanın cemâli Ay’ı andırır. Gözlerindeki ışık çoğaldığı zaman da, o insan Ay’dan Şems haline döner.. Hakk aşıkları maşuklarıyla bu âleme nazâr kıldıklarından dolayı dilleri hep tatlıdır, yüzleri hep güleçtir” der.

Nitekim, “Yüz kalbin aynasıdır” derler ve bir hadîste de, “Hayrı güzel yüzlülerden umun, isteyin” diye buyrulur.

Abdülbâki Gölpınarlı, bununla ilgili olarak yine şöyle bir açıklama getirir: “İnsanın iyiliği yüzünden belli olur; ancak bu hususta meleke sahibi olmak gerektir. Münâfıkken halkı aldatmak için kendisini mürşid gösteren, düzene baş vuran, riyâzat ehli zannını veren, bilgisizleri kandıran, böylece başına topladıklarını sömüren nice kişiler gördük ve görmekteyiz. Mevlâna’nın, ‘insan yüzlü İblis’ dediği kişiler bunlardır. Gerek zâhid görünsün, gerek rind, halkın boynuna binen, kesesinden geçinen kişilerin hemen hepsi bu çeşit kişilerdir. Bunların içinde Mehdîlik dâvâsına kalkışanlar, asrın müceddidi olduğunu iddia edenler, hattâ kendisine vahîy geldiğini söyleyenler, geçmiş erenlerle görüştüğünü, mîrac ettiğini, Allah’ı gördüğünü bildirenler, hattâ hattâ yeni bir din kurmaya cü’ret edenler bile vardır. Bunlar hakkında bilgi vermeye kalksak, hele eskilerden, yenilerden bu yolu tutanları, onlara uyanları yazmaya girişsek sahifeler dolar; bu kadarcık bir işaretle geçiyoruz.”

“Bütün güzelliklere engel kişinin kendi küçük aklıdır” diye buyuran Hasan Dede, bu yolda benlikle değil; ancak sâfiyet ve teslimiyetle ilerlenebileceğini dile getirir ve “Bir defa ölmek, bin defa ölmekten yeğdir. Tilki gibi gezme bu âlemde, var mısın yok musun belli değil; ko arslan kapsın seni, bir kere ölürsün ama tam ölürsün” der.

Ve 321 ve 322. beyitlerde geçen ‘Muhammed’ ve ‘Ebu Müseylim’e istinâden, Hasan Dede’nin anlattığı bir hikâyede; Peygamber Efendimiz, namazdan sonra nefsine ızdırap vermek için önce sağ ayağı üstünde, sonra da sol ayağı üstünde bir müddet durur. Bir zaman sonra Allah’tan bir nidâ gelir: “Ey benim Habîbim Muhammed! Hani sen beni çok seviyordun?” Hazreti Muhammed, “Evet” der, “seni çok seviyorum.” Yine Allah, ona şöyle seslenir: “Hem beni çok seviyorsun, hem de bana ızdırap veriyorsun.” Hazreti Muhammed, “Nasıl sana ızdırap veriyorum?” diye sorar. Allah, “Tek ayak üstünde duruyorsun ya, bana ızdırap vermiş oluyorsun. Sen ne sıkıntı çekiyorsan, aslında ben çekmiş oluyorum” diye yanıtlar. Aynısını Ebu Müseylim de yapmaya kalkar, fakat ona Cenab-ı Hakk’tan şöyle bir ses gelir: “O şeref Habîbime aittir, sen gece gün tek ayak üstünde kalsan, o şerefe nâil olamazsın.”

Abdülbâki Gölpınarlı ise bu beyitlerin tefsîrinde, Müseylim ile ilgili olarak, “Müseylim, Hazreti Peygamber’in son zamanlarında, dinden dönüp peygamberlik dâvâsına kalkışan, hattâ Hazreti Muhammed’e bir mektup göndererek yeryüzünün yarısının kendisine ait olduğunu bildirmeye cür’et eden kişidir. Hazreti Muhammed, kendisine gönderilen mektubu yırtmış, ‘Yeryüzü gerçekten de temiz kullarıma miras kalır’ (Enbiyâ, 105) meâlindeki âyetle biten bir mektupla cevap vermiştir.  Hazreti Peygamber’in mektubunda adı ‘Kezzâb’ diye anıldığından ‘Müseylemet’ül- Kezzâb’ diye anıla gelmiştir” diye bilgi verir.

Ve yine, 323. beyitle ilgili olarak da, Mevlâna’nın, “Onlara, içilecek hâlis arıduru su sunulur ki içiminin sonu pek hoştur ve sonunda misk kokar; özleyip dileyenler, bunu özlesinler, bunu dilesinler” (Mutaffifîn, 25-26) âyetlerine işaret etitğini belirtir.

Hazreti Mevlâna, bir kasîdesinde ne güzel seslenir bizlere…

“Âlimin azığı ve sermâyesi, kalemden meydana gelen eserlerdir. Sufînin azığı ve sermâyesi nedir? Ayak izleri! 

Sufî; av peşine düşen, ceylanın ayak izlerini görüp onları izliyen avcıya benzer. Bir müddet ceylanın ayak izleri işe yarar. 

Ondan sonra ise esâsen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir. Bu izlere, bu izlemeye şükreder de yol alırsa nihâyet o adım atma, o yol alma yüzünden muradına ulaşır. 

Misk kokusunu duyup bir konak yol almak, iz izleyerek yüz konaklık yol almadan, yüz konaklık yolu dönüp dolaşmadan daha iyidir.”