MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CXCIX

“Kur’ân, Rabbinizden gelen, kalp gözünü açan beyânlardır; inanan bir kavim için hidâyet ve rahmettir. Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki size merhamet edilsin.” Hazreti Muhammed (A’raf, 203-204)

2555. Sâlih, yüzünü kendine çevirip dedi ki: “Ey feryâd eden, onlar feryâd etmeye değmez!

Ey Kur’ân’ı doğru okuyan! Eğri okuma. Zâlim kavmin ardından nasıl yas tutayım?”

Fakat yine gözünden, gönlünden yaşlar akmaya başladı. Onda sebepsiz bir merhamet hâsıl oldu.

Gözyaşı damlaları yağmur gibi yağmaktaydı, kendisi de şaşırmıştı. Bu katreler, cömertlik ve kerem denizinin sebepsiz akan katreleriydi.

O ağlarken aklı diyordu ki: “Bu ağlama neden? Seninle eğlenen o çeşit bir kavme ağlamak revâ mı?

2560. Niye ağlıyorsun, söyle. Yaptıkları işlere mi? O gidişleri kötü habis topluluğa mı?

Onların paslı, karanlık gönüllerine mi, yılan gibi zehirli dillerine mi?

Onların Segsarlarınkine benzeyen nefes ve dişlerine mi? Akrep yatağı olan ağız ve gözlerine mi?

İnatlarına mı, alaylarına mı, kınamalarına mı? Şükret; bak, Tanrı onları nasıl hapsetti, helâk eyledi!

Elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğri…

2565. Onlar, geçmişleri taklit edip naklettikleri reylere uyduklarından bu akıl Pîrinin başına ayak bastılar.

Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygısıyla hür ihtiyar olmadılar, kart eşek oldular.

Tanrı, cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya cennetten kullar getirdi…”

Hazreti Ali Efendimiz, selâm olsun üzerine, buyurur ki: “Cenâb-ı Allah, yağmur katrelerinin, gökteki yıldızların, yelin savurduğu tozların bile sayılarını bilir, hiçbir şey ondan gizli kalmaz; düz ve sert taşın üstünde yürüyen karıncanın yürüyüşünü bilir; karanlık gecede, küçücük karıncanın dinlendiğini görür. Ağaçlardan düşen yaprakları, bilgisi kavrar; gözlerin gizli bakışını görür, duyar.”

Ahmed Avni Konuk, ruhu şâd olsun, son beyitin şerhinde buyurur ki: “Enbiyâ ve evliyâ, Yüce Hakk’ın gözbebeği mesâbesindedir. Onun için ‘insan-ı kâmil’ derler. Ve insan-ı kâmilin bir mânâsı da, kâmil olan ve tamamiyle gören gözbebeği demektir.”

Nebîler ve velîler rahmet sahibidirler; onlar, Hazreti Muhammed Efendimizin, selâm olsun üzerine, “Biz bu âleme rahmetten nasîbi olmayanlara, Allah’ın rahmetini ulaştırmak için geldik; başka bir işimiz yok” sözünün delilleridirler.

“Rahmet herkesin anlayacağı bir dille merhamet demektir” der Hasan Dede, selâm üzerine olsun, “Fakat bu kuru bir acıma veya merhamet etme anlamında değil, yardıma muhtaçlara, maddî mânevî her türlü yardımı yapmaya kâdir bir merhamet sahibi olma anlamındadır. Rahmet, Allah’ın sıfatlarındandır; hayırları yerine ulaştırmayı, şerleri de önlemeyi istemek demektir. Peygamber’in mânâsı, Allah’tan pey veren ve O’nun güzelliklerini insanlara müjdeleyerek, onları o güzeliklere davet eden demektir.”

Demek oluyor ki, insan-ı kâmiller, canlı Kur’ân’dır.  

Zîrâ, “Kur’ân-ı Kerîm’in her bir harfi nurdur” der Hasan Dede, “çünkü Hazreti Muhammed Efendimizin dilinden söylenmiştir. Kur’ân baştan sona nasihattir ve dünyadaki varlıkları söyler. Kur’ân’da insanı irşâd etmek için sayısız teblîgat var ama, insanın Kur’ân’ı anlayabilmesi ve ruhunun arınabilmesi için sadece Kur’ân’ı okuması yetmez. Kişi ancak canlı bir Kur’ân’ı örnek alıp, onun hâline bürünmeye gayret ederek yol alabilir.”

Kasîde:

“Kim, o güzel yüzün aşkından tövbe ederse, dilerim tövbesi kabul edilmesin.

Allah’a binlerce hamd, binlerce şükür ki, senin aşkın bütün dünyaya kanat açtı. 

Senin güzel yüzünün sabahına kavuşmak için, ihtiyar dünya, bir ömürdür seher vaktinde evrâd okuyor. 

İşitmiştik ki; Hazreti Yusuf tam on yıl, geceleri uyumamış da, Cenâb-ı Hakk’tan kardeşlerinin affedilmelerini niyâz etmiş. 

“Allah’ım!” dermiş; “Onların günâhlarını affetmezsen, bu dua kapısını yüzlerce feryâtlarla sarsar yıkarım, şu âleme velveleler salarım. 

Allah’ım; onların günâhlarına bakma, düşünmeden işledikleri hata yüzünden çok pişman oldular.” 

Geceleri hep ayakta durup yalvardığı için, tabanları şişmiş, gözleri yanmaya, ağrımaya başlamıştı. 

Derken, melekût âlemine bir feryâd düşmüş. Melekler feryâda başlamışlar. Nihâyet lütuf denizi coşmuş, zorluklar çözülmüş. 

İşte ermişlerin, velîlerin, gece gündüz çalışıp çabalaması böyle olur. Halkı belâlardan, bozgundan, bunalımdan onlar kurtarırlar. 

Bitmeyen hazineler bağışlarlar. Sonu gelmeyen dertleri, kökünden giderirler; yırtık, pırtık eski hırkaları soyarlar, atlas elbiseler giydirirler.”