MESNEVÎ’DE YOLCULUK – Cilt I/CLXVIII

Çalgıcı hikâyesinin sonu ve Emîrülmüminin Ömer’in -Tanrı ondan razı olsun- kendisine hatîfin söylediğini alıp ulaştırması.

Bunu bırak da yine çalgıcının hikâyesine kulak ver. Çalgıcı beklemekten bunalınca,

Ömer’e yine ses geldi: “Ey Ömer, kulumuzu ihtiyaçtan kurtar!

Has, muhterem bir kulumuz var; mezarlığa kadar gitmek zahmetini ihtiyâr et.

2160. Ey Ömer kalk. Beytülmâldan yedi yüz dinar al, hepsini onun avucuna say!

O parayı huzuruna götürüp ‘Ey makbûlümüz olan! Şimdilik bu kadarcığı al ve bizi mâzur gör.

Bu kadarcık para sana ancak ibrişim parasıdır. Harcet bitince yine buraya gel’ de.”

Bunun üzerine Ömer, sesin heybetinden sıçrayıp kalkarak bu hizmet için belini bağladı.

Koltuğu altında para kesesi olduğu hâlde koşarak çalgıcıyı arayıp taramak için mezarlığın yolunu tuttu.

2165. Mezarlığın etrafını bir hayli döndü, dolaştı; orada o ihtiyardan başka kimseyi göremedi.

“Bu olmasa gerek” deyip bir kere daha koştu. Nihâyet yoruldu, fakat yine o ihtiyardan başkasını göremedi.

Kendi kendisine “Hakk, bana dedi ki: Bizim saf, makbûl ve mübârek kulumuz var.

İhtiyar çalgıcı, nasıl olur da Tanrı haslarından olur? Ey gizli sır, ne hoşsun sen, hoş ve garip!”

Ava çıkan arslanın dönüp dolaşması gibi bir kere daha mezarlık etrafını dolaştı.

2170. Orada o ihtiyardan başka kimsenin olmadığını iyice anlayınca “Karanlıklar içinde parlak gönüller çoktur” dedi.

Gelip edebe fazlasıyla riâyet ederek oraya oturdu Bu sırada Ömer aksırdı, ihtiyar uyanıp sıçradı.

Kimseyi dış görünüşüne bakıp hor, hakîr görmemek gerek. Çünkü Yüce Pîrimiz Mevlâna’nın buyurduğu gibi, selâm olsun üzerine, “Hiç kimseye hor, hakîr bakma, çünkü bir kişinin son nefesini nasıl vereceğini sen bilemezsin.”

Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulur ki: “Gökyüzüne ve târıka yemîn ederim. Târıkın ne olduğunu nereden bileceksin? O, karanlığı delen yıldızdır. Hiç kimse yoktur ki üzerinde bir koruyucu, bir gözetici bulunmasın.” (Târık, 1-4)

Yine Mevlâna der, “Hangi milletten, hangi dinden olursa olsun, herkeste Muhammed’in nuru var. Meleklerin Âdem’e secde edişi de yine bu, Muhammedî nur sebebiyledir. Mâdemki herkeste O’nun nuru var, hiç kimseye kâfir deme.”

Hasan Dede, selâm üzerine olsun, şöyle bir menkîbe anlatır:

“Bir derviş, dertleşmek için kimseyi bulamıyor, hep dem alıyor, kendi iç âleminde Hazreti Muhammed’le Hazreti Ali’yle muhabbet ediyor.

Bir gün demi biraz fazla kaçırıyor ve meyhâneden eve doğru dönerken kendinden geçiyor, kaldırımın kenarına yığılıyor.

O sırada oradan geçmekte olan bir müftü, dervişi tanımadığı için, ‘Puh!’ diyor, ‘Yazıklar olsun, hiç insan bu kadar içer mi? Halka kendini rezil eder mi?’ Ve tükürüyor dervişin yüzüne.

O gece müftünün rüyâsında Hazreti Muhammed yüzü asık bir şekilde tecellî ediyor. Müftü, ‘Amân yâ Resulallah, senin muhabbetinle ailemi geçindirdim. Senin o nur yüzünle kendimi ayakta tutuyorum. Niçin bana asık yüzle çıkıyorsun?’ diye onunla konuşması için yalvarıyor.

Birkaç gün aynı rüyâyı görüyor ama Hazreti Muhammed hiç konuşmuyor.

En sonunda Hazreti Muhammed, ‘Hiç utanmadan sen benim yüzüme tükürdün. Bir de benden güler yüz istiyorsun,’ diyerek sessizliğini bozuyor.

‘Amân yâ Resulallah, ben nasıl yaparım öyle şey, ben nasıl senin yüzüne tükürürüm!’

‘Filân yerde ben kendimden geçip yere düşmüştüm. Sen yüzüme tükürdün. Ayrıca hakaretli bir dil de kullandın. Benim güler yüzüme tekrar nâil olman için o kişiyi bulup, onun gönlünü alacaksın ve sonra benim yüzüme nâil olacaksın. Çünkü o kişinin bütün muhabbeti benimleydi. Beni kimseye anlatamadığı için dem aldı. Benim muhabbetim onda taştı, sonunda da yıkılıp gitti.’

Bunun üzerine müftü, sabah uyanır uyanmaz kalkıyor o dervişi aramaya gidiyor ve onu meyhânede buluyor. Hemen masasına gidiyor. Derviş müftüyü görünce şaşırıyor. Müftü selâm veriyor, o da selâmını alıyor.

Müftü, ‘Ben sana karşı büyük bir hatada bulundum. Senin beni bağışlaman için geldim.’

‘Sen bana karşı nasıl bir hata yapabilirsin?’

‘Sen farkında değildin. İçkili bir anında ben senin yüzüne tükürdüm. Böyle yaptığım için çok yüksek yerden darbe yedim, Hazreti Muhammed’den. Eğer sen beni affetmezsen, O da beni affetmeyecek.’

Derviş, bunu duyunca gözyaşları döküyor. Çünkü sırrı çıkıyor meydana.

Müftü, ‘Bütün malımın yarısını sana vereceğim, seni kendime arkadaş edeceğim ve ben nereye gidersem seni de oraya alacağım’ diye söz veriyor ve dervişle arkadaş oluyorlar. Sohbetlere beraber gidip, beraber oturuyorlar. Derviş, Resulallah’ı zikretmeye arkadaş bulduğu için, dem almaktan da vazgeçiyor.

Bütün Evliyâullah, hepsi Hazreti Muhammed’in mânevî kardeşleridir. Biri anıldığı zaman hepsi anılmış sayılır. Çünkü bir ağacın meyveleridirler, bir mânâyı taşırlar, bir güzelden söz ederler. Bu yüzden onlara kim dil uzatırsa büyük hatalara düşmüş olur.”

Şiir:

“Gönül çilesini her can çözemez, 

Hâlden anlamayan ne bilsin bizi. 

Gönül âleminde bir olmuşuz ki, 

Oraya girmeyen bulamaz bizi. 

Sırrımız içtedir yere vermeyiz, 

Kazancımız nurdur boşa vermeyiz, 

Câhil bilmez bizi, biz hor görmeyiz, 

Değer bilmeyenler anlamaz bizi. 

Âşıkların yüzü güleç, şirindir, 

Sözlerimiz kâmil sözü, derindir, 

Hilesiz dost olan kişi nârindir, 

Bilmeyen baksa da göremez bizi. 

Dede der, yanıp pişerse özü, 

Uyarır, diriltir ârifin sözü, 

Görenler şevk alır, nurlanır yüzü, 

Kendi özün görür, bulursa bizi…”